
"Biz canlıların cehennemi gelecekte varolacak bir şey değil, eğer bir cehennem varsa burada, çoktan aramızda; her gün içinde yaşadığımız, birlikte, yanyana durarak yarattığımız cehennem. İki yolu var acı çekmemenin: Birincisi pek çok kişiye kolay gelir: cehennemi kabullenmek ve görmeyecek kadar onunla bütünleşmek. İkinci yol riskli; sürekli bir dikkat ve eğitim istiyor; cehennemin ortasında cehennem olmayan kim ve ne var, onu aramak ve bulduğunda tanımayı bilmek, onu yaşatmak, ona fırsat vermek."
Italo Calvino'nun "Görünmez Kentler" inden
fotograf: bendeniz, cevahir alışveriş merkezi, ineğin adı: cehennem ineği
bu akşam işten eve dönerken otobüste gene kavga çıktı. benim 202 maceralarım meşhurdur. geçen yıl da üç kavgaya şahit olmuştum; kavga boyutuna varmayan, "la havle" ile sona eren çatışmaları saymıyorum. geçen yıl elimde o gün beni ziyarete gelen bir arkadaşımın getirdiği çiçekler, her zamanki durağımdan 202-taksim-üst bostancı çift katlı otobüsüne bindim. genelde alt katta otururum. gene merdivenin yan tarafındaki, nispeten geniş oturma alanı olan koltuğa geçip oturdum, bir elimde çiçek bir elimde kitabım arada camdan dışarı bakıp kitabımı okuyorum. derken köprüden önceki son durağa geldik. o dönemde belediye otobüs şöförlerinin kendi akbillerini basarak bileti ya da akbili olmayan yolculardan nakit para tahsil etmesi yasaklanmış, ama yol boyu bizim belediye otobüsü şöförü alıyor. neyse, son durakta durdu, binenler oldu, artık ayakta da epey yolcu birikmişti ki otobüsün girişinde bir vaveyla koptu. durağın kenarında oturmuş, bilet satan vatandaş bizim şöföre bangır bangır sövüyor ekmeğine mani olduğu gerekçesiyle. şöför de cevap verdi haliyle. derken bu durakta duran adam neresinden çıkardıysa bir çatapat silah, atladı otobüse, şöförün yanına. şöför ayağa kalktı "nooooooluyo lan" diye, adam ateş etti ama o sırada şöför bunun eline sarıldığı için atış yere geldi ama bütün yolcular çığlık çığlığa, orta kapının acil çıkış düğmesine basıp kapıyı açtılar, herkes çantasını, torbasını, paltosunu atmış bağırarak kaçıyor; şöförle adam ön tarafta kavga ediyor. birden o önümde birikmiş yolcular boşalınca ben bir elimde çiçek, bir elimde kitapla kalakaldım. şöför adamı yakalamış kafasını otobüsün camına vuruyor. ben de bağırdım "bırak adamı, öldüreceksin" diye; o sırada o durakta niye beklediklerini sonradan anladığım polis otosundan polisler geldi ve bunları ayırdılar. herkes tirtir sinirden, otobüsü bağlayıp bizi indirdiler. tam iş çıkış saati köprü ağzında milim ilerlemeyen trafikte kalan bir sürü insan. geçen otobüsler hep ağzına kadar dolu, kimse durmaz. polisler sonra durdurdular bir kaç otobüsü, balık istifi bindik. eve gelene kadar içim titredi, çok sinir bozucu bir deneyimdi, ah o güzelim çiçekleri de köprü durağı kenarına attım, afedersin sevinç.
bu maceradan sonra, bir süre 202'lere veda ettim, başka yollarla eve gitmeye çalıştım. fakat ne yaparsın, 202 tek vasıta benim için ve 2 ya da 3 vasıta değiştirsem de eve gidiş saatim değişmiyor maalesef. dolayısıyla başka yollar denemek emek ve zaman kaybı. gene başladım binmeye. bu sefer cep telefonu yüzünden kavga çıktı. eski iki katlı otobüslerde cep telefonu kullanımı yasak, elektronik donanımı bozuyor, bu yüzden binen kapatıyor telefonu, kimi sessize alıyor nedense, hani şu seyahat boyunca çok önemli kişileriz ya, ulaşılmamız gerek babında. genç bir adam almış eline telefonu mesaj yazıyor, biri uyardı kapatması için, bu da "mesaj çekiyorum bir şey olmaz" dedi. bunun üzerine olur muydu olmaz mıydı, biz neden kapattık deli miyiz konulu bir atışma başladı ve sesler yükseldi. adam bir de "bunlar çok hassas cihazlar olsaydı yandan geçen arabadaki telefondan da etkilenmeleri gerekirdi, ben uzak sayılırım hem mesaj atıyorum" konulu tiradına devam ediyor. sonunda onu ilk uyaran "akıl öğretme de kapat şunu" dedi, o da ters bir şey söyledi hatırlamıyorum, sonra hatırladığım uyaran uygar adam diğerine kafa attı, o yere düştü, kafa atan üstüne atladı vs. bir arbede ki gidiyor. gene aynı noktadaki aynı polisler gelip ikisini de indirdiler, biz yola devam ettik.
başka bir macera, mecidiyeköy'den iki hatun bindi, yanlarında 3-4 yaşlarında bir çocuk. şöföre "para alıyor musunuz" dediler, "alırım" dedi, iyi deyip bindiler ve ilerleyip oturdular, şöför arkalarından "hanımlar, para" dedi. bu hanımlar "ay tamam vereceğiz dur soluklanalım" dediler. biraz gittik, şöför yeniden "hanımlar, para" dedi. bunun üzerine genç olanı tam bir mahalle ağzıyla "ay tamam vereceğiz, neden söylenip duruyorsun, son durağa kadar gideceğiz, orada da verebiliriz, ne oluyor" demez mi? der. dedi de netekim. şöför de "ben sizin hizmetçiniz miyim? iyilik ettim başıma gelene bak, ne biçim konuşuyorsunuz benimle" diye bağırıp "gitmiyorum ulan" diyerek otobüsten indi mi? indi. iki katlı otobüsün içi dolu, mecidiyeköyün göbeğinde şöförsüz kaldık mı? kaldık. bir kaç kişi indi, şöförün yanına gittiler konuşuyorlar, içeridekiler de kadına söyleniyorlar. kadın hala "niye inecek mişim ben, inmem, haklıyım" diyor. dayanamadım döndüm kadına "akşam piyangosu musunuz hanfendi siz, sabahın köründen beri dışarıdayım, çalıştım canım çıktı, eve gitmek istiyorum ben" dedim. kadınlardan yaşlı olanı "evet haklılar" dedi. o sırada şöför razı edilmiş ve sakinleşmiş olarak geri geldi oturdu yerine. yaşlı kadın gidip paralarını verdi, biz de yolumuza devam ettik. genç olanın bir daha sesi çıkmadı ama çocuk yolun yarısında "bisküviiiiiiiiiiiitttttt" diye tutturdu kalan yol boyu.
annem sesin yükseltilmesine bile dayanamaz, bir taşıtta yanında kavga olsun hemen iner. ben inmiyorum işte, dayanıyorum ama artık sinirlerim kaldırmıyor. bu akşam da terbiyesiz bir muavine denk geldik, 20 yaşlarında gıcık bir şey. gençliğine veremedik valla, asık bir suratla önce ayaktakileri haşladı sığışmıyorlar diye, sonra merdivenlere oturanlara kızdı. derken bir durakta inen hatunu görmeyen şöför hareket edince yolcular bir ağızdan bağırdılar, kadın düştü yazık. "hayvan değil insan taşıyorsun aynaya baksana "diyenlere şöför "ama gelin bakın buradan ayna görünmüyor" dedi. "o zaman bu kadar yolcu almayacaksın, taşıdığın insan senin" dediler. muavin gene söylendi, bir kaç yolcu "düzgün konuş" dedi, o "konuşmazsam ne olur ha ne olur" dedi, bunun üzerine bak ne olur diyerek bir kaç erkek yolcu o tarafa yürümeye çalıştı, gözlüklü bir genç adam gözlüğünü çıkarıp bana uzattı hatta tutayım diye, şöför "çocukla çocuk oluyorsunuz" diye onlara bağırdı, o sırada önlerden bir kadın "ezan okunuyor lütfen susun" dedi, sustular.
alın size işte yaşadığımız cehennemden parçalar. hem de sadece işten eve geri dönüş yolunda, bir saatlik zaman diliminde yaşananlar. yer: istanbul, türkiye. aşağıdaki dörtlük de hayyam'dan:
Dünya dediğin bir bakışımızdır bizim;
Ceyhun nehri kanlı göz yaşımızdır bizim;
Cehennem, boşuna dert çektiğimiz günler,
Cennetse gün ettiğimiz günlerdir bizim.