.
Frigya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Frigya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
22 Mayıs 2014 Perşembe
Yazılıkaya
Gördüğüm en mavi gökyüzünün altında pofuduk bulutlar bir an olsun ayrılmadı peşimizden. Kah aslana benzettim birini, az sonra değişti, kah salyangozdu birisi, sürünerek uzaklaştı. Sessizdi ortalık, ıssızdı, göz alabildiğine genişti. Gözlerimi kapattığımda sadece rüzgarın ve kuşların sesi, çimenlerin hışırtısı. İçimdeki ve dışımdaki kargaşa uzak, şehir uzak, sadece bir insan ve ölümlü olduğumu, bu kocaman dünyanın çok minik de olsa bir parçası olduğumu hissetmek yeniden. Sonra o çıktı karşıma, doğanın şekillendirdiği kayaların arasında, insanların yüzyıllar önce oyarak yaptığı dev kütle. Onca resmini görmüş olmama rağmen çarpıldım. Küçücük kaldım onun görkemi ve ölümsüzlüğünün yanında. Yamacına oturup günlerce kalayım istedim. Oradaki bir taşa başımı dayayıp ona sessizce içimi dökeyim istedim, o anlardı. Günün her saatinde nasıl göründüğünü bileyim istedim. Sonra etrafını dolaştım, arkasında başka bir dev blok gördüm. Bitmemiş anıt diyorlar adına. Yukarıdan başlamışlar oymaya, ama kim bilir neden yarım kalmış. Savaş mı çıkmış, ustası mı ölmüş, kış mı gelmiş yaza mı çıkamamışlar, asla bilemeyeceğim. Bitmemiş anıtın yanına çıkıp ovaya baktım. Ova o zamanlarda da böyle görünüyordu herhalde, sonsuzluk gibi, dümdüz, yemyeşil. Denizi biliyorlar mıydı acaba? Benim aradığım gibi manzarada uzaklardan da olsa denizi görmeye çalışmışlar mıydı? Bitmemiş anıtın az ötesi sarnıçlar. Dibinde şifalı Kibele pınarı. Hala buz gibi, ipek gibi bir su akıyor pınardan. Avucuma doldurup içtim, ardından yüzüme su vurdum. Sihirli bir serinlik, bir ferahlık. Yazılıkaya'nın enerjisi ile doldum, orada yüzyıllar önce okunan duaların etkisine girdim sanki. Tepelerine çıktım, yanından dolaştım, taş mezarlara, kayalardaki rölyeflere, sarnıçlara inen merdivenlere, sunaklara baktım, dönüp dolaşıp gene geldim onun önüne. Daha da ufacıktım. Çözülememiş yazısına baktım, ben çözdüm galiba. "Ne kadar zaman geçerse geçsin, Kibele'nin bereketiyle dolu bu toprakların eteklerinde huzur bulacak insanlar."
21 Mayıs 2014 Çarşamba
Frigya'dan kısa kısa

Friglere öyle bir görkemli giriş yaptık ki. İyi ki yapmışız. Yollarda kaybola kaybola, dünyanın en güzel mavisi göğün ve yol arkadaşımız pofuduk bulutların altında, artık unuttuğumuz sessizliğin içinde, sadece rüzgar ve kuş sesleriyle gittik ve gittik. Anadolu'nun ve Anadolu insanının ne kadar muazzam olduğuna inancımız tazelendi. Uzun uzun yazmak istiyorum hepsini, unutmamak için. Şimdilik kısa notlar:
Midas'ın üç gülü olarak sırt çantalarımızla bir gece yarısı başladık yolculuğumuza. Yol bakım çalışması ve 19 Mayıs tatili yoğunluğu dolayısıyla İzmit'e varmamız sabah beşi buldu. Kütahya'da bizi bu yolculukta arazilerde gezdirecek aracımızı teslim aldık ve sabah kahvemizi içip yol sersemliğimizi üstümüzden atarak Afyon'a doğru yola düştük. Afyon'da hedefimiz Döğer kasabası idi.

Döğer'e girer girmez Aslanlı Kaya'nın replikası karşıladı bizi tam meydanda. Daha önce Döğer'de bir kervansaray olduğunu ve eğer kapalıysa yanındaki kahveden anahtar isteyip açtırabileceğimizi öğrenmiştik. Kervansaray tam meydandaydı zaten, ama insan kaynıyordu önü ve içi, meğer düğün varmış. Güler yüzle buyur ettiler bizi, kervansarayı gezdik, kolonya ve şeker tuttular. Ardından illa çay için dediler, canımıza minnet, oturduk. O sırada düğün için koca koca kalaylı tencerelerde hazırlanmış yemekleri gördük, pilav-et ve sarma varmış. Tadalım diye kalem inceliğindeki sarmalardan da ikram ettiler. Oradan kalkınca Döğer civarındaki Frig anıtlarını aramaya koyulduk, ancak yönlendirme işaretlerinin eksikliği ve navigasyon cihazlarının yetersizliği nedeniyle ancak Antik Yol'un bir parçasını görüp çılgınlar gibi sevindikten sonra, Ayazini'ne geçmeye karar verdik.
Ayazini tarafında yönlendirmeler daha iyiydi ve elimizle koymuş gibi bulduk peri bacalarını. Evet,
peri bacaları. Bu bölgede de var peri bacaları ve tüf oluşumları. Tarih boyunca bu topraklarda da insanlar tüf kayalıklara ve etrafına yerleşmişler. Ayazini'nde bir başka durağımız da Şefika teyze idi. Akşam yemeği niyetine gözleme yemek üzere yaşayan Kibele Şefika teyzenin muhteşem bahçesine gittik. Ahşap bir sundurmada kilim kaplı minderlerde oturup yer sofrasında dünyanın en lezzetli gözlemelerini yedik ve onun tatlı sohbetini dinledik. Bahçesindeki ağaçlardan çağla topladık, kirazların ne zaman olacağını sorduk, buzağıları otlamaktan getiren çocuğun çaldığı ıslığı kuş sesine benzettik, gülüştük. Ardından Afyon'un termal bölgesi Gazlıgöl'deki otelimiz için yola düştük. Gazlıgöl'ün en talihsiz otel tercihini yaptığımız hemen ortaya çıktı; yeni el değiştirdiğini öğrendiğimiz, belki uzun zamandır kapalı olan kocaman bir tesis ve tatil yoğunluğuna cevap veremeyen çaresiz çalışanlar. Neyse, bu bölümü hızlı geçebilirim. Sabah erkenden Afyon kahvaltısı için İkbal tesisleri, lokum alışverişi sonrası rotamız Eskişehir. Önce otelimize gidip yerleşerek dördüncü Midas gülü ve dörtbuçukuncu gül olan kızıyla buluşup Yazılıkaya'ya yola düştük. Eskişehir'de yönlendirmeler şahane, Yazılıkaya'yı bisikletlilerle beraber bulduk. Köye araç giremediği için, kalabalık kahvenin yanına aracı bırakıp yürümeye başladık. Yürüdükçe köy evlerinin arasından Yazılıkaya (Midas kenti) göründü. Onca resmini görmeme, hakkında onca şey okumama rağmen her şey aklımdan silindi görkemi karşısında.
Yazılıkaya'ya köy kütüphanesi ve muhtarın ofisinin olduğu binanın yanından geçerek girdik ve dağıldık. Etrafında dolaştık, keçiler gibi üstüne tırmandık, ovaya baktık, milattan önce 7 ila 12. yüzyıl zamanlarında Friglerin oydukları kayalara baktık, orada yaptıkları tapınma törenlerini düşündük, bu kadim yerin enerjisi ile sarmalandık, ayrılmak istemedik. Torununun çitlediği çekirdekleri toplayan civar bir köyden gelmiş bir teyze ile sohbet ettik. Ardından Eskişehir'de yaşayan ama buraya ikinci kez gelen başka bir hanımla, ilk gelişi burada yapılan bir şiir festivaliymiş, dünyanın bir çok yerinden gelen şairler Yazılıkaya önünde şiirler okumuşlar,şimdi de misafirlerini getirmiş. Akşam iyice çökmeden muhtarla da sohbet edip ayrıldık Yazılıkaya'dan. Eskişehir'e geri dönerken Gerdekkaya Kalesi, Deveboynu Kalesi, Doğanlı Kale'yi de gördük. Her yerde adını bilmediğimiz beyaz, muhteşem çiçekler vardı; bir kaç tanesini alıp ıslak mendillere sarıp eve getirdim, bakalım köklendirebilecek miyim.

Ertesi gün otobüs saatimize kadar Eskişehir'i keşfe çıktık. Önce Odunpazarı, elbette Yılmaz Büyükerşen Balmumu Müzesi, ardından Cam Eserleri Müzesi, Atlıhan El Sanatları Çarşısı, Odunpazarı sokakları.. Sonra vurduk kendimizi Porsuk kenarına. Porsuk kenarında dolaşıp Eskişehir'in "yapılmazsa olmaz"larını tamamlamaya çalıştık, çibörek yedik, Balaban Köftesi tattık, met helvası ve haşhaşlı cevizli çörek aldık, ben hatta bir de Ballı Şaban'dan milli piyango bileti aldım. Bizi İstanbul'a geri getirecek olan otobüse bindiğimizde yorgun ama çok mutluyduk. Eskişehir'e ne zaman tren seferleri başlar, Yazılıkaya'da bir daha şiir festivali ne zaman olur, aslında Eskişehir'e arabayla da gelinebilir, tüh nasıl Aslanlıkaya'yı bulamadık, Şefika teyze ne tatlıydı, Döğer Kervansarayı'nda bize evsahipliği yapan düğün sahibinin kuzeni genç 19 Eylül'de evleniyormuş ona mı gelsek, Anadolu Medeniyetleri Müzesi'ne ve Gordium için Ankara'ya da gitmeli diye konuşa konuşa İstanbul'a döndük.

16 Mayıs 2014 Cuma
Friglere Giriş
Medeniyetler beşiği Anadolu'muzda, milattan önce 12. ve 7. yüzyılda Frigler yaşadı. Frigler, bizim yaratıcılık atölyemizdeki dönem ödevimiz. Aylardır okuyup duruyoruz. Sıra şimdi yaşadıkları yerleri görmeye, onlarla aynı havayı solumaya ve bıraktıklarına bakıp onları hayal etmeye geldi. Bir günlük tatilden de istifade, Frigler'e bir bakıp geleceğiz, haberiniz olsun.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)