Kaybolmasın diye yazdım:
Dün biz bahçede bir salyangoz gördük.
Arkasında izini bırakarak ağır ağır ilerliyordu. Gösterdiği gayret iç
burkucuydu. O “dünya onun için ne hızlı dönüyordur” dedi. Sustuk, baktık. Ben
geçen gün markette gördüğüm salyangoz konservelerini anımsadım, söyledim. Bi
damla canı var ya bunun, yesen ne yemesen ne. “Hiç iştah açıcı görünmüyor”
dedim, baktık gene. Kabuğunu ittire ittire gitmeye çalışıyordu usul usul. “Nasıl
yenir ki bu” dedim. “Bilmem, unla kızartılır belki” dedi O. “Hmm, kalamar gibi
mi oluyodur” dedim. Aklıma sonra bira mayasıyla da kızartılabileceği geldi,
midye gibi. O da “soğan halkaları gibi”
diyerek katkıda bulundu. “Salyangoza bakışımız değişti” dedim, güldük, ama fazla
değil, saygımızdan. Baktık gene, yürüyordu ağır ağır, arkasında izini bıraka
bıraka, kabuğunu çekiştirerek, kıvrana büküle. sonra biz içeri girdik, bir daha
dışarı çıktığımızda yoktu, izi bile kalmamıştı. “Nereye gitti ki bu” dedim. Omuzlarını silkti O. Bahçenin
orta yerindeki kuyu kapağının merkezindeki deliği gösterdim, “buradan düşmemiştir
di mi” dedim. “Orayı mı bulacak düşmek için” dedi güldü. “Bak biz burayı bulduk
ama çalışmak için” dedim. “Bu bizim karmamız” dedi, “önceki yaptıklarımızın
cezasını çekiyoruz. “
2 yorum:
:)ya ben salyangozlara çok üzülürdüm çocukken. Yağmurdan sonra bahçeye çıkar gezerlerdi. Ninem onları süpürmeye çalışırdı. Ben yapma nine yazıkk diye durdurmaya çalışırdım onu. Üzülmeyeyim diye odaya alırlardı beni sonra bir bakarım salyangozlar gitmiş. Benden gizli süpürür atarlardı.
Evet ya, acıklı hayvanlar. Yemem ben salyangoz filan.
Yorum Gönder