Yeşil kurdeleyle bağlanmış mavi hediye kutusunu
usul usul açması sinirime dokundu. Gerçi ne yapsa sinirime dokunuyordu, o ayrı.
Ne diye güzel evimde oturup ayaklarımı uzatarak kitap okumak varken, zaten
yarım ağız yaptığı doğum günü partisi davetine gelmiştim ki. Üstelik hediye
almak zorunda da kalmıştım, fazla düşünmemek için 4o liralık bir şarap alıp
çıkmıştım marketten. Savaş görmüş nesillerin yıllarca tezgah altında
biriktirdiği yoğurt kapları gibi, eski hediye paketlerinin süslerini evde bir
kutuda saklıyorum bu tip durumlar için. Kırmızı bir fiyongu evden çıkarken
cebime atmıştım, şişenin boynuna öylecene tuttururuverdim, oldu bitti. O gece
nedense canım bir şey yapmak istemiyordu, sırf dışarıya çıkmış olmak için,
belki partide başka arkadaşlarla iki çift laf ederiz kafam dağılır umuduyla –ve
gazıyla- kalktım geldim işte. Ben bunları düşünürken o hala “ay ne şirin
pakeeeet” diyerek yeşil kurdeleyi çekiştirip duruyordu, çeksene kızım yan
tarafından diye söylenmemek için kendimi zor tuttum. Herkesin hediyesine aynı
duyguyu gösteriyordu zaten, hiç yorulmadan gülümsüyor, sanki hediyeyi veren en
candan arkadaşıymış gibi “niye zahmet ettiiiin ki, ayy ne şirin pakeeeet”
diyerek uzun uzun uğraşıyordu açmak için. İçinden ne çıksa gözlerini açarak
bakıyor, ağzı bir müddet O harfi şeklinde kalıyor, onu soluksuz bırakan her
neyse, etrafına toplanmış olan bizler de bu süre zarfında meraktan çatlayarak
görmek için boynumuzu uzatıyorduk pakete doğru. Bitmiyordu paketler, Allah kahretsin.
Neyse, bu paket geçti. Yeşil kurdeleli mavi paketten bir mumluk çıktı, kırmızı
camdan. Bu o geceki üçüncü ya da dördüncü mumluktu. Gene de ağzını yaya yaya “Mineeee,
ne güzel bişey bu şekercim yaaaa, ne kadar zevklisin” dediğinde artık bu
sahneye dayanamayacağımı anlayıp balkona kaçtım.
Baharın ilk günleri olduğundan, balkon kapısı
açık bırakılmıştı. Akşam rüzgarı perdeleri hafif hafif kımıldatıyordu. Balkon da
balkondu hani. Benim ardiyeye benzeyen, karanlık ve küçük balkonuma hiç
benzemiyordu. Kocaman bir parka bakan bu balkonda ağaçlar kucaklıyor gibiydi
sizi. Balkon demirlerine kadar ilerleyip derin bir soluk aldım. Başımı kaldırıp
lacivert gökyüzüne, yıldızlara baktım. Hem çalan müzikler, hem de konuşmalar
uzakta kalmıştı. İçimi bir anda kasvet bastı, ağaçlara bakıp “Hey, burada ne
işim var?” diye sordum. O sırada derin bir ah sesi duydum. Başımı yavaşça
arkaya çevirdiğimde balkonun en karanlık köşesinde yere oturmuş bir kız görünce
çok şaşırdım. O kadar karanlıktaydı ki, orada olduğunu bile fark etmemiştim. Tanıdık
birine de benzetemedim bir anda. Ne yapacağıma karar veremedim. Duymamış gibi
mi yapsam, içeri mi kaçsam, yanına mı gitsem? Dizlerinin arasına gömdüğü başını
hiç kaldırmadan “Gel otur” dedi. Yanına gidip yere oturdum ben de. Bir süre
sustuk, sonra başını kaldırdı, evet, tanımadığım biriydi. Ağlamıştı ve
rimelleri bulaşmıştı gözünün kenarlarına. Hiç sevmem ağlayan kadınlara bakmayı.
Gözümü kaçırdım. Elimdeki kadehi çevirip duruyordum, boşalmıştı.
- “Hadi bana da getir bir tane” dedi.
Kalkıp içeriye geçtim. Hediye paketleri
bitmişti neyse. Tüm açılan hediyeler masanın üstüne dizilmiş, kurdeleler
kağıtlar yere saçılmıştı. Beni görünce çığlık attı Selin,
-“Balkonda mıydın sen yaaa, birazdan pasta kesicez
kaybolma haaa”
deyip bir kahkaha attı. Tanımadığım uzun boylu sakallı bir gençle
dansediyordu sarmaş dolaş. Zoraki gülümseyerek, bar haline getirilmiş sehpadan
iki kadeh içki doldurup tekrar balkona çıktım.
Kız,
bıraktığım gibi oturmuş karşıya bakıyordu, ben de oturdum yanına tekrar, kadehi
uzattım. Aldı kadehi, yarısını bir yudumda içmesine baktım. Sonra bana dönüp
-“Ne zoraki, değil mi?” dedi.
Hımm evet gibi bir
şeyler geveledim, nedense dilim tutulmuştu. Başıyla içeriyi işaret edip
-“Napıyorlar şimdi?”
diye sordu.
Boğazımı temizleyip düz olmasına gayret
ettiğim bir sesle “Dans ediyorlar” dedim. “Birazdan pastayı keseceklermiş.”
Kız bir an durdu, “Uzun ve sakallı biriyle mi
dans ediyor?” dedi, başımı salladım ve içkimden bir yudum aldım. Derin bir
nefes çekti ve
-“O çocuk benim sevgilim” dedi. Bir an sustu, sonra ekledi “Yani bu
akşama kadar öyleydi.”
Sustuk sonra, söyleyecek bir şey
kalmamıştı sanki. Karşıya bakıp içkilerimizi bitirdik. İçeriden müzik sesleri
ve kahkahalar gelmeye devam ediyordu. Gökyüzünde, yüzbinlerce ışık yılı uzakta
bir yıldızın kaydığını gördüm. İçeriden yüzbinlerce ışık yılı uzakta, iki kayıp
ruh orada dizleri birbirine değerek, içimiz kırık, yerde oturuyorduk. Bana kalsa günlerce böyle oturabilirdim,
. Ona döndüm ve
-“Hadi kalk” dedim, “Kalk dans edelim.”
Başını çevirip yüzüme baktı bir süre, sonra gülümsedi. O karanlıkta
bile ışıldayan bir gülümsemesi olduğunu farkettim. Kadehini yana bırakıp kalktı, elimi tutup beni
de kaldırdı. Balkonun ortasına bir kaç adım atıp sarıldık ve dans etmeye
başladık. Ağaçlar gülümsedi gibi geldi bana, aldırmamış gibi yaptım, ama ben de
gülümsüyordum.
Not: sevgili Vladimir'e ilk cümle için teşekkürlerimle.
Not: sevgili Vladimir'e ilk cümle için teşekkürlerimle.
2 yorum:
BU ilk cümle oyunundan çok güzel şeyler çıkıyor ya. Devam edelim biz buna. Yarın sana bir sürü cümle göndericem iki gündür baya işler vardı dışarıda gelince PC ye bile giremedim.
Tamam, bekliyorum mutlaka:)
Yorum Gönder