.

.

8 Nisan 2013 Pazartesi

Ne zoraki, değil mi?


Yeşil kurdeleyle bağlanmış mavi hediye kutusunu usul usul açması sinirime dokundu. Gerçi ne yapsa sinirime dokunuyordu, o ayrı. Ne diye güzel evimde oturup ayaklarımı uzatarak kitap okumak varken, zaten yarım ağız yaptığı doğum günü partisi davetine gelmiştim ki. Üstelik hediye almak zorunda da kalmıştım, fazla düşünmemek için 4o liralık bir şarap alıp çıkmıştım marketten. Savaş görmüş nesillerin yıllarca tezgah altında biriktirdiği yoğurt kapları gibi, eski hediye paketlerinin süslerini evde bir kutuda saklıyorum bu tip durumlar için. Kırmızı bir fiyongu evden çıkarken cebime atmıştım, şişenin boynuna öylecene tuttururuverdim, oldu bitti. O gece nedense canım bir şey yapmak istemiyordu, sırf dışarıya çıkmış olmak için, belki partide başka arkadaşlarla iki çift laf ederiz kafam dağılır umuduyla –ve gazıyla- kalktım geldim işte. Ben bunları düşünürken o hala “ay ne şirin pakeeeet” diyerek yeşil kurdeleyi çekiştirip duruyordu, çeksene kızım yan tarafından diye söylenmemek için kendimi zor tuttum. Herkesin hediyesine aynı duyguyu gösteriyordu zaten, hiç yorulmadan gülümsüyor, sanki hediyeyi veren en candan arkadaşıymış gibi “niye zahmet ettiiiin ki, ayy ne şirin pakeeeet” diyerek uzun uzun uğraşıyordu açmak için. İçinden ne çıksa gözlerini açarak bakıyor, ağzı bir müddet O harfi şeklinde kalıyor, onu soluksuz bırakan her neyse, etrafına toplanmış olan bizler de bu süre zarfında meraktan çatlayarak görmek için boynumuzu uzatıyorduk pakete doğru. Bitmiyordu paketler, Allah kahretsin. Neyse, bu paket geçti. Yeşil kurdeleli mavi paketten bir mumluk çıktı, kırmızı camdan. Bu o geceki üçüncü ya da dördüncü mumluktu. Gene de ağzını yaya yaya “Mineeee, ne güzel bişey bu şekercim yaaaa, ne kadar zevklisin” dediğinde artık bu sahneye dayanamayacağımı anlayıp balkona kaçtım.
Baharın ilk günleri olduğundan, balkon kapısı açık bırakılmıştı. Akşam rüzgarı perdeleri hafif hafif kımıldatıyordu. Balkon da balkondu hani. Benim ardiyeye benzeyen, karanlık ve küçük balkonuma hiç benzemiyordu. Kocaman bir parka bakan bu balkonda ağaçlar kucaklıyor gibiydi sizi. Balkon demirlerine kadar ilerleyip derin bir soluk aldım. Başımı kaldırıp lacivert gökyüzüne, yıldızlara baktım. Hem çalan müzikler, hem de konuşmalar uzakta kalmıştı. İçimi bir anda kasvet bastı, ağaçlara bakıp “Hey, burada ne işim var?” diye sordum. O sırada derin bir ah sesi duydum. Başımı yavaşça arkaya çevirdiğimde balkonun en karanlık köşesinde yere oturmuş bir kız görünce çok şaşırdım. O kadar karanlıktaydı ki, orada olduğunu bile fark etmemiştim. Tanıdık birine de benzetemedim bir anda. Ne yapacağıma karar veremedim. Duymamış gibi mi yapsam, içeri mi kaçsam, yanına mı gitsem? Dizlerinin arasına gömdüğü başını hiç kaldırmadan “Gel otur” dedi. Yanına gidip yere oturdum ben de. Bir süre sustuk, sonra başını kaldırdı, evet, tanımadığım biriydi. Ağlamıştı ve rimelleri bulaşmıştı gözünün kenarlarına. Hiç sevmem ağlayan kadınlara bakmayı. Gözümü kaçırdım. Elimdeki kadehi çevirip duruyordum, boşalmıştı.
- “Hadi bana da getir bir tane” dedi.
Kalkıp içeriye geçtim. Hediye paketleri bitmişti neyse. Tüm açılan hediyeler masanın üstüne dizilmiş, kurdeleler kağıtlar yere saçılmıştı. Beni görünce çığlık attı Selin,
-“Balkonda mıydın sen yaaa, birazdan pasta kesicez kaybolma haaa”
deyip bir kahkaha attı. Tanımadığım uzun boylu sakallı bir gençle dansediyordu sarmaş dolaş. Zoraki gülümseyerek, bar haline getirilmiş sehpadan iki kadeh içki doldurup tekrar balkona çıktım.
 Kız, bıraktığım gibi oturmuş karşıya bakıyordu, ben de oturdum yanına tekrar, kadehi uzattım. Aldı kadehi, yarısını bir yudumda içmesine baktım. Sonra bana dönüp
-“Ne zoraki, değil mi?” dedi.
Hımm evet gibi bir şeyler geveledim, nedense dilim tutulmuştu. Başıyla içeriyi işaret edip
-“Napıyorlar şimdi?” diye sordu.
Boğazımı temizleyip düz olmasına gayret ettiğim bir sesle “Dans ediyorlar” dedim. “Birazdan pastayı keseceklermiş.”
Kız bir an durdu, “Uzun ve sakallı biriyle mi dans ediyor?” dedi, başımı salladım ve içkimden bir yudum aldım. Derin bir nefes çekti ve  
-“O çocuk benim sevgilim” dedi. Bir an sustu, sonra ekledi “Yani bu akşama kadar öyleydi.”
 Sustuk sonra, söyleyecek bir şey kalmamıştı sanki. Karşıya bakıp içkilerimizi bitirdik. İçeriden müzik sesleri ve kahkahalar gelmeye devam ediyordu. Gökyüzünde, yüzbinlerce ışık yılı uzakta bir yıldızın kaydığını gördüm. İçeriden yüzbinlerce ışık yılı uzakta, iki kayıp ruh orada dizleri birbirine değerek, içimiz kırık,  yerde oturuyorduk. Bana kalsa günlerce böyle oturabilirdim, . Ona döndüm ve
-“Hadi kalk” dedim, “Kalk dans edelim.”
Başını çevirip yüzüme baktı bir süre, sonra gülümsedi. O karanlıkta bile ışıldayan bir gülümsemesi olduğunu farkettim.  Kadehini yana bırakıp kalktı, elimi tutup beni de kaldırdı. Balkonun ortasına bir kaç adım atıp sarıldık ve dans etmeye başladık. Ağaçlar gülümsedi gibi geldi bana, aldırmamış gibi yaptım, ama ben de gülümsüyordum.

Not: sevgili Vladimir'e ilk cümle için teşekkürlerimle.

2 yorum:

Vladimir dedi ki...

BU ilk cümle oyunundan çok güzel şeyler çıkıyor ya. Devam edelim biz buna. Yarın sana bir sürü cümle göndericem iki gündür baya işler vardı dışarıda gelince PC ye bile giremedim.

gülçin dedi ki...

Tamam, bekliyorum mutlaka:)