.

.

27 Ocak 2008 Pazar

kaplumbağalar

Babamın memuriyeti nedeniyle öğrenim hayatım bir sürü okul değiştirerek geçti. Bu cümle de yarışmaların başında insanın kendini tanıttığı cümlelere benzedi ama olsun, valla öyle. İlkokula İstanbul’da başladım, ikinci sınıfta Karadeniz Ereğli’deydim, üçüncü-dördüncü-beşinci sınıfın yarısında Görele/Giresun’daydım, beşinci sınıfın diğer yarısı ve orta birde Bursa’daydım, orta iki ve üç ile lise birde Sarıyer/İstanbul’daydım. İlkokulda bu kadar yer değiştirmek o kadar etkilememişti beni, küçüktüm, hem kitaplarım hep benimleydi, bu yüzden ben yer değiştirdikçe adları-yüzleri değişen arkadaşlarım arasında, sürekli görüştüğüm birileri olmadı o yüzden. Sarıyer’de ise çok mutluydum, artık kitapların yanında sosyal ilişkilerim de önem kazanmaya başlamıştı ve Sarıyer çok güzel bir yerdi, İstanbul’un içinde bir sahil kasabası gibi. Bu nedenle ailemin sonunda kiracılıktan kurtulup, İstanbul’a yerleşme kararı vererek borç harç aldığı Erenköy’deki eve taşınmamız beni daha derinden etkiledi. Üstelik Sarıyer’deki lisenin klasik, Erenköy’deki bize en yakın Kız Lisesi’nin modern sistem uygulaması nedeniyle, o okula kabul edilemeyince ben, Göztepe’nin arkalarında bir liseye gitmek zorunda kaldım. Üniversite sınavındaki şansımı yükseltmek için kalkıp fen bölümüne yazıldım, üstelik sayısal şeylerden pek hazzetmeme rağmen. Hepimizin kanının deli akmaya başladığı o günlerde, lisemizin tiyatro kolu pek faaldi. Benim de içimde o zamandan var olan sosyal kelebek yönümün de etkisiyle tiyatro kolu faaliyetlerine katılmaya başladım. Sene 1982, darbe sonrası, biz pek farkında değiliz ama hala yaralar sarılmaya çalışılıyor, o yıl sahneye koymaya karar verilen oyun ise Fakir Baykurt’un Kaplumbağalar’ı. Darbeden sonra Almanya’ya göçmek zorunda kalan yazarın, bu köy romanını lise kolunda uygulamak oldukça cüretkar bir adımdı, ama yaptık. Oyunu Liselerarası Tiyatro Şenliği için hazırladık, üstelik enti püften spor salonumuzda yapamadığımız çalışmalar için yakındaki Fen Lisesi’nin salonunu da kullanarak. Oyuna davul ve bağlama da yerleştirip, arada Zülfü Livaneli’nin Leylim Ley’ini de söyleyerek. Son ana kadar oyunu oynayıp oynamayacağımız belli olmasa da, grupça karıncalar gibi çalışarak. Sonra ne mi oldu? Şenlikte bize göre çok daha iyi imkanları (salon, sponsor, para, prestij gibi) olan liseleri geride bırakıp, birinci olduk. Oyunu beş kere sahneledik, Kadıköy Halk Eğitim Merkezi dahil. Kanıma tiyatro ve sanat ateşi, burnuma sahne tozu o zamanlarda kaçmış olmalı. Öğrenim hayatımın tek bütünlemelerine de o yaz girmek zorunda kaldım, hem de fizik ve kimyadan :) ama hala zevkle hatırladığım, gurur duyduğum bir şeydir Kaplumbağalar.


Aradan neredeyse 25 yıl geçmiş, bir ömür. Belki bu yazıyı okuyanlardan yaşı bu kadar olanlar da vardır. Eskiden bu rakamlar bana da çok büyük gelirdi, babam derdi mesela “o benim 35 yıllık arkadaşımdır” ya da “30 yıldır bankada çalışıyor”, hiç düşünemezdim, nasıl ya derdim içimden, amma uzun. İşe ilk başladığımda hatırlıyorum, beş yıldır çalışanların bile öyle bir havası vardı ki, hayran olmuştum, ben ne zaman beş yıllık olacağım diye düşünmüştüm, beş yıllık olunca öyle bir havam olacağını sanarak, olmadı o ayrı, beş yıllık olduğumun sadece benden sonra işe başlayanların çoğalmasından ayırdına varabilmiştim. Ancak şimdi fark ediyorum ki, bir yerden sonra, yıllar ya da genelde zaman, artık daha hızlı akmaya başlıyor, neredeyse bir tren yolunun kenarında durduğunuzda geçen trenin rüzgarından saçlarınızın uçuşması kadar doğal ve vagonların tıngır tıngır büyük bir gürültüyle uzaklaşması kadar sıradan bir şekilde.

Niye anlattım bunu? Şundan sebep. Aradan 25 yıl geçmiş, bu büyük deneyimi paylaştığımız herkesle yollarımız o kadar zamandır ayrılmış, herkes bir büyüme/adam olma ve hayat kavgası içinde başka yerlere, belki hiç hayal etmedikleri yollara savrulmuşken; şu yeni icat malum site vasıtasıyla ben o ekipten arkadaşlarımı buldum. Biri bir oyuncak dükkanı açmış, bir kaçı tv dizilerinde yönetmenlik yapıyor, birileri gene tv dizilerinde oyuncu, oyun hocalarımızdan biri İzmir’de, o dönemde ilk gönül tıpırtılarını birlikte yaşadığımız çocuk (haha şimdi koca adam) buralarda hala. Geçtiğimiz hafta bahsettiklerimin sonuncusuyla buluştuk, 25 yıl sonrasında, geçmişten gelen hem tanıdık hem yabancı biri. Birbirimize “hiç değişmemişsin” dedik, o günlerden neler hatırladığımızı konuştuk, anıların yarısı var yarısı yok, fotograflara baktık ve onlardan konuştuk, biz çok mutlu olduk. İyi geliyor insana.




Meraklısına Not: Ömer Türkeş’in Radikal kitap ekinde yazdığı Kaplumbağalar romanı ile ilgili bir yazı için buraya tıklayabilirsiniz. Zamanı hiç geçmeyen bu tanıdık ve Milli Eğitim tarafından 100 temel eser arasına alınan bu hikayeyi, okumadıysanız okumanızı tavsiye ederim.

10 yorum:

hep dedi ki...

Sevgili Gülçin Abla,
hani diyosun ya "25 yıl geçmiş, bir ömür. Belki bu yazıyı okuyanlardan yaşı bu kadar olanlar da vardır",işte ben o yaştaki okurlarından biri olarak:))) çok hislendim valla..Türk edebiyatının iyi romancılarından olup da nedense hak ettiği kadar bilinmediğini düşündüğüm Fakir Baykurt'u anmakla ne güzel etmişsin.Tozak'ın o tozlu,yakıcı güneşli,kurak bozkırına savuruverdin beni yıllar sonra..Hazine arazisi neymiş,bürokrasi neymiş,devletle halk kopukluğu neymiş bu kadar güzel anlatılırdı bir romanda ancak..
Okusalar şimdi de anlatır da.....
Sevgiler

Ori dedi ki...

Yazarın ilk okuduğum kitabı yanılmıyorsan Onuncu Köy'dü. Sonra Tırpan'ı almıştım. Bunu köyümüzde kurulan kültür derneğine bağışladığımı da anımsadım.
Ne çok okul gezmişsin Gülçin! Benim bir okuldan başka şansım olmadı:) Onada, annemin babama baskısıyla gidebildim. Lisemizin tiyatro kolu falan yoktu ama bu bende de heves kalmışki Sarıyer Halk Eğitim Merkezinin Tiyatrosunda buldum kendimi. Neredeyse oyunu sana oynayacakmışım:))
Şu malum site üzerinden arkadaşlarını bulmuşsun ne güzel. Aslında şunu demek istiyorum; bazı arkadaşların dizi yönetmeni madem, e ikimizde toz yutmuşuz! Yani bi teklif et istersen:))

ABİ dedi ki...

Benim de, lise zamanlarımda bir kaç oyunda oynamışlığım vardır.. iş bulursanız, beni de unutmayın..
bu arada, yıllar sonra, çocukluk aşkları ile buluşma olayı bana acaip bi mutluluk vermiştir hep..
sizinle beraber ben de mutlandım..

Sem dedi ki...

Gülçin'ciğim, benim de lise yıllarında amcamın kütüphanesine dadandığım zamanlarda okuduğum bir romanıdır bu; birden bire kendimi sıcak, kurak ve acımasız bir dünya içinde bulmuştum.

25 yıl gerçekten çok uzun süre; birbirini hem tanıyan hem de tanımıyan iki insanın paylaşacağı bir sürü anı, 25 yıl için de anlatılacak bir sürü şey vardır herhalde.

Sevgiler

egemavisi dedi ki...

Okul değiştirmişliğim ya da işte deneyimim yok ama olsun. Zamanı gelince ben de söyleyebilirim. Yazınızı okuyunca Fakir Baykurt'u hiç okumadığımın farkına vardım. Hemen en az bir kitabını alıp okuyacağım.
Bu arada, ben de ışık-ses konularında yardım edebilirim. Hani benim işsizliğim sürecek gibi de. :)

Öykücü dedi ki...

Ne güzel yazıyorsun Gülçin.Sık güncelliyorsun,güzel yazıyorsun.En sıkkkın olduğumda Gülçin yeni bir şeyler yazmıştır diye sana geliyorum.

Öyle samimi,öyle sade,öyle içten,öyle iddiasız bir havan var ki bir arkadaşıma uğrayıp soluklanıyor gibi oluyorum.

Yazıyı hayranlık ve neşeyle okudum.Sonunda da meraklandım:) Tıpırtılarla ilgili yeni bir şeyler oldu mu falan diye:)Aşk her zaman ilginç ve güzeldir.

Sevgiler...

cinar dedi ki...

Aaaaa!!! Karadeniz Ereğli'si mi?? Vaaaaay hemşo :) Şu blog alemi nelere kadir :) Hangi yıllar demiştin? Aramızda nerdeyse 10 yaş var sanırım. Sana Gülçin apla mı diyeceğiz şimdi? :))

Fakir Baykurt'un kitaplarını çok sevmiyorum ben. Onbinlerce Kağnı ve bir kitabını daha okumuştum. İsmini unuttum şimdi. Ama Kaplumbağalar'ı deneyeceğim!

Sevgiler,

gülçin dedi ki...

sevgili hep,
maalesef güncelliği hiç kaybolmayan bir öykü kaplumbağalar. hatırlamak bana da iyi geldi, genç okurum, sağol :)

sevgili ori,
oxford vardı da ben mi gitmedim oricim ya? neyse, iş konusunda birşeyler olursa haber veririm. malum senin figüranlık hikayeni de biliyoruz :)

sevgili abi,
sağolasın :) ben hiç yaşamamıştım böyle bişey, iyi geldi :)

sevgili sem,
hakikaten çok şey birikmişti anlatacak, hala paylaşabilmek ne mutluluk.

sevgili egemavisi,
pişman olmayacaksın, kaplumbağalar'ı dene mesela. ışık ve sescimiz de hazır desene :)

sevgili öykücü,
burayı bir dost evi olarak görmen beni çok sevindirdi. içimden geldiği gibi, kaygısız, çala klavye gidiyorum işte. açtığım pencerelerden bakıyorsanız, ne mutlu bana. biliyorum çok merak ettin ama görüşme ayrı bir hikaye :)

sevgili çınar,
evet ya, kdz.ereğli. küçücük çilek reçellerini haıırlıyorum, nimet ilkokulundaydım ben. evimz onun tam karşısındaydı. şerare hoca'nımda okudum. çok çalışkandım, severdi beni, bir üst sınıfa geçmemi istemişti, babam istemedi, yaşıtlarıyla olsun dediydi, hoca'nım omuzlarını ovdururdu bana, şimdi şaşıyorum sekiz yaşında çocuğun ne gücü var da yaptırıyordu acaba diye :)

sevgiler

ulku dedi ki...

Sevgili Gülçin,
Öykücü'ye katılıyorum. Ben de aynı duygularla açıyorum senin blogunu, ve ohhhh, serin, temiz bir hava doluyor odama ve içime. Bunu nasıl başarıyorsun bilmiyorum ama içimden geldiği gibi yazıyorum dediğine göre, sen de öyle birisin herhalde::))
Güzellikler seninle olsun. Yıllar sonra ilk sevdiği kişiye rastlamak ha? Bu çok güzel bir duygu olmalı. Herkesin başına gelmez. Şanlısın.

gülçin dedi ki...

sevgili ülkü,
teşekkür ederim güzel sözlerin için, benim penceremden gördüklerimi size bu kadar güzel aktarabiliyorsam ne mutlu bana :) bu arada, evet çok güzel bir duygu :)

sevgiler