.

.

8 Ekim 2007 Pazartesi

korku filmleri mi? bırrrr....

Bazı bloglarda ne zamandır bir korku filmi havasıdır gitmekteydi. derken bir baktım öykücü beni mimlemiş. en korktuğum 3 filmi yazmamı istiyor. Yavaş yavaş yazıyorum korkmayayım diye, siz de yavaş okuyun korkmayın :)

Korkuyla haşır neşir bir çocukluğum olmadı, ilkokuldayken beni gece evde yalnız bırakıp gezmeye gittiğinde annem-babam, yaşıtlarım bunu çok korkunç bulurken ben hiç korkmazdım. Korku filmleri ile tanışmam televizyondan oldu, televizyon ekranının ve yayın kurallarının elverdiği ölçüde korkunç sayılan filmlerdi bunlar. Ben gene de filmler yerine kitapları tercih ederim, herşeyi sizin hayalgücünüze bırakan, milim milim sözcük sözcük gererek ilerleyen kitaplar..bırr.. neyse, bir gece karanlık salonda yalnız başıma 1961 yapımı Dehşet Saati (Edgar Allan Poe’nun Kuyu ve Sarkaç öyküsünden uyarlama) filmini seyretmeye başladım. konusu şöyle geçiyor kaynaklarda: Kötü şöhrete sahip bir İspanyol Engizisyon işkencecisinin oğlu olan Nicholas Medina eşini yeni kaybetmiştir ve babasının annesini öldürme anılarını zihninden atamamaktadır. Nicholas'ın İngiliz karısı Elizabeth'in ölümünün üstünde bir sır perdesi vardır ve bu yüzden Elizabeth'in erkek kardeşi Francis olayı araştırmak için Medina şatosuna gelir. Azap çekmekte olan Medina, Elizabeth'in diri diri gömüldüğüne inanmaktadır ve karısının ona seslendiğini duyduğuna emindir. Aslında Elizabeth ölmemiştir ve bu, sevgilisi Dr. Leon'la birlikte Medina'yı delirtmek için kurdukları planın bir parçasıdır. Medina'yı çizginin ötesine iterek amacına ulaşır. Artık kendisini babası sanmaya başlayan Nicholas, Engizisyon cübbesi giyerek Francis'i bir masaya bağlar ve çelik bıçaklı devasa bir sarkacı, çaresiz kurbanının üstüne yavaş yavaş inecek şekilde ayarlar… Fiziksel olarak stilize, yaratıcı bir şekilde görüntülenmiş, kanlı sahnelere yer vermeyen bu korku filminde Corman, başta kâbus kabilinden zindanlar ve işkence odası olmak üzere, etkili ve klostrofobik bir korku atmosferi kurmuştur. daha bismillah, girişte deniz kıyısı, karanlıklar, tam kayalıkların kenarında devasa bir şato, yıldırımlar çakıyor, rüzgar uğulduyor filan. bu sahnede kendi kendime şunu dediğimi hatırlıyorum: haha-korkalım diye herşeyi bir arada kullanmışlar, korkmayacağım-haha. fakat filmin devamında gördüğüm şeyler karşısında tırnak yemek, yastığa sarılmak, koltuğa tırmanmak yetmez hale gelince; kalkıp korka korka televizyonu kapattığımı hatırlıyorum. ne garip filmdi yarabbim. hala korkuyorum sanırım, bu yüzden aklıma ilk bu film geldi. şimdi düşününce, belki de o kadar korkunç değildi diyorum ama o zaman bana çok korkunç gelmişti.


Sonra Pet Sematary – Hayvan Mezarlığı. Stephen King’in aynı adlı kitabından uyarlanmış film. çocukların çok sevdiği kedileri ölür, evin yakınındaki kızılderili mezarlığı için de oraya gömülenlerin geri döndüğü konusunda söylentiler vardır, çocuklar bu yüzden kediyi mezarlığa gömerler. Kedi geri gelir, ama huyu değişmiş vahşileşmiştir. bu arada çocuklardan biri trafik kazasında ölür. acıdan çıldıran baba, çocuğunu da alıp mezarlığa götürerek gömer… kader ağlarını örmeye başlar tıkır tıkır tıkır...

ve üçlemenin son filmi Saw-Testere. Ama illa ki birincisi.

Bu yazıyı yazarken aslında gerilim-macera türünü daha çok sevdiğimi farkettim. Old Boy mesela sevdiğim filmlerden biriydi. Ayrıca Tarantino’lar, tüm filmleri favorim. Kill Bill hem film hem film müziği olarak en beğendiğim çalışmalardandır. bir de reha erdem'in, Korkuyorum Anne diye bir filmi vardır ki, korku filmi değil şenlikli cümbüşlü bir filmdir, izlemeyenlere tavsiye olunur.

ve bu filmlere ait linkleri bulmaya çalışırken kaan oktay'ın şöyle bir çalışmasına rastladım. konuyla ilgisi nedeniyle ekleme gereği duydum, bu korkulu konudan böyle bir çıkış yapmak iyidir:))

KORKU FILMLERINI TANIMA REHBERI
Listelere geçmeden sizin için hazırladıgımız kısa ve eğlenceli “Korku Filmlerini Tanıma Rehberi”:
1 - Eğer filmde genç bir kız ve o kızın sevişme sahnesi varsa, gece olmadan o kız mutlaka ölecektir.
2 – Filmin bir sahnesinde "Kimse var mı?" diye bağıran karakteri büyük bir “sürpriz” beklemektedir. “Sürpriz”in elinde balta veya tabanca vardır ve soruyu soran bahtsız arkadaşın nerede olduğunu biliyordur. Aynı şekilde "Sen burada bekle ben bir bakıp geleyim" diyenler hiçbir zaman geri gelmez.
3 - "Galiba bu sefer öldü artık kaçmama gerek yok" diye düşünen kurbanlar, katilin son bir defa dirilip izleyicilerin yüreğini hoplatacağını gözardı etmektedir… Artık kimse bu tür sürprizlere şaşırmaz zannetseniz de, o sahne filmin en heyecanlı bölümüdür aslında.
4 - Filmin son sahnesinde, katilin vücudundaki 82 kurşun yarasına ve kopmuş kafasına bakarak kesin öldü zannetseniz de katil mutlaka son bir titreme yapar… Stüdyo bir iki yıl sonra filmin devamı çekmeye karar verirse diye…
5 - İri göğüslü genç kızlar katilden kaçarken mutlaka takılıp düşerler. (yer çekiminden olsa gerek!)
6 - Zavallı kurban katilden kaçabilmiş ve arabaya ulaşabilmiş ise arabanın motorunun ilk seferde çalışmayacağından emin olabilirsiniz. Araba ancak katil kapıyı açmak üzereyken çalışır ama o durumda bile katilin arka koltuğa atlamasına engel olunamaz.

sizin eklemeleriniz var mı?

9 yorum:

legrottaglie dedi ki...

korku filmi dedin de. bizim hafızı biliyorsun artık. devir vhs,beta devri. ne zaman onlara gitsem şerefime bir oynatılırdı. ben videocu da general patton'lu, savaşlı er ryanlı yok o zaman ryan kurtarılmamıştı neyse onunla eşdeğer fimlere bakarken bunlar iki kardeş "olm bu film var ya adamın altına kaçırtır" türünden garip çığlıklara korkulardan korku beğenirlerdi.

pek açmazdı beni bu filmler ama kırmamak için onları tamam der seyrederdim.
öyle salt markalı korkulardan çok ben de gerilim-macera türlerinden hoşlanırım. yine de o tür de sevdiğim filmler çığlık ve halka'nın 1. versiyonları olmuştur.

Ori dedi ki...

Öğle saati tam aklıma gelenleri yazayım dedim, ne mümkün... şimdi yazıyorum. Fakat, ben güzel yazını okuyunca neredeyse bir gün içinde ikinci kez şaşırdım! Nasıl mı?
Dün, kendi bloğumda yer alan Emek Sinaması'nın afişini değiştirmiştim. "Drakula İstanbulda" - 1954 yılı yapımı olan film, 1998 de Amerika'da gösterilmiş ve baya beğenilmişte. ABD ve Batı Avrupa dışında çekilen ilk Drakula filmi aynı zamanda ilk ulusal korku filmi olma özelliğini de taşıyormuş. Bize özgü özellikleri de var tabi; haç yerine sarmısak gibi- Neyse, aksam Ahmet Ümit'in son kitabını elime aldım, bir de ne okuyayım? Fatih Sultan Mehmet'in arkadaşı, Vlad Tepeş yani Kazıklı Voyvoda, Drakula'nın doğumu, edebiyattaki yeri ve korku filmleri hakkında yazmıyor mu? Ve sabah senin yazın:)
Eline sağlık. Dilerim gece uyanıp annemi aramam!

ABİ dedi ki...

ben "eklemeleriniz var mı" diye sorduğun şeyin aslında her korku filminde olan komik şeyler olduğunu düşünmeme rağmen, hem bize fazlaca bi şey bırakmadığından, hem de Legro'ya uyarak iki korku filmi söölicem.

Sanıyorum 12-13 yaşlarımı sürerken tatile giden gençleri öldüren bir katilli film seyretmiştim.. çok eski ama. adını filan hatırlayamam yani.. tek hatırladığım sevişen iki genci (üstüstelerken) amcamın tek ve kalın bir mızrakla şişe geçirmesi, mızrağın yatağın altından çıkışı ve oradan kan damlaması ve en sonunda da eve döndüğümde annemin "ne o oğlum.. bembeyazsın.." dediği idi..

fakat benim için bir kült olan film, Daphne Du Maurier'nin romanından uyarlanan 1973 yapımı Don't Look Now'dır.

Sem dedi ki...

Bram Stoker’in Drakula’sını okurken kendimi iyice kaptırmış kitabı elimden bırakamamıştım. Gecenin ilerleyen saatlerinde okurken korkudan tuvalete bile gidememiştim:) Cok sıkışınca çoktan dördüncü uykusuna geçen arkadaşımı uyandırmak zorunda kalmıştım. Evde yalnızken ve geceleri okunmamalı, hele de giriş katında yaşıyorsanız:)) Bela Lugosi’nin oynadığı Drakula’dan ise hiç korkmadım, hatta centilmen ve karizmatik buldum:)) Ori’nin yazdıklarını görünce yerli yapım Drakula'yı merak ettim şimdi.

gülçin dedi ki...

peki killing'i hatırlar mısınız? hani şu iskelet kostümü giyen yüzü-gözü gözükmeyen bir kahraman. ama nedense hanımlar ona acayip ilgi gösterirlerdi. bu korku kategorisine girer mi bilmem ama türk drakulasından sonra, "killing istanbul'da" filmini de anmadan geçmek olmaz. hem kızılmaske'nin ve red kit'in de türk versiyonları yapılmıştı. aslında bunların hepsini bulup fantastik türk sineması şenlikleri düzenleyip seyretmek lazım.

abi, o dediğin "don't look now" filmini ben duymamışım yahu. bi araştırayım bakayım, aynı yazarın rebecca'sı da pek güzel uyarlanmıştı sinemaya, eski klasiklerden.

Ori dedi ki...

Hıııııııı, ya Gülçin, yazıyorsun tamam. Şimdide yoruma yazdığınla şaşırdım!!! Killing İstanbulda haftaya yaaa. Az beklee:))

Vladimir dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
gülçin dedi ki...

şimdi aklıma ne düştü biliyor musunuz? galiba 3-4 yıl önce istanbul film festivalinde 1922 yapımı sessiz bir film izlemiştim. drakula'nın ilk çevrimi, yönetmeni Friedrich Wilhelm Murnau. filmin adı nosferatu idi. sessiz film geleneğinde olduğu gibi, film boyunca bir piyanist eşliğinde, onun çaldığı müziklerle izlemiştik nosferatu'yu. korkudan çok komediye yakındı artık. ama eminim o günlerde izleyenler arasında korkanlar, ayılıp bayılanlar olmuştur. daha sonra aynı filmi vampirin gölgesi adıyla yeniden çevirdiler, vampir de john malkovich idi.

kurtlarla dans dedi ki...

Korku filmleri izlemek benim için korkmaktan ziyade macera filmi havasında, sonraki maddeler gibi nedenlerden klışeleşmiş olan o kadar çok korku filmi var ki.

Saw I muhteşem bir filmdi ve kesinlikle katılıyorum diğer saw serisi çok kötüydü ve şimdiden 6'nın çıkacağını izledim haberlerde.

Nosferatu çok kült ve güzel bir film, zevkle izlemiştim.Benim için sessiz filmler çok eğlenceli güzel yapıtlar.

2006 yapımı sessiz bir film olan Call of Cthullu'yu da size tavsiye ederim.Lovecraft'ın eserine sadık kalarak yapılmış.adını hak eden bir film.