.

.

5 Mayıs 2014 Pazartesi

bahçe


Kapı biraz yüklenince gıcırdayarak açılıyor. İşte bahçe karşımda. Hatırladığım kadar büyük ve yeşil. Bir adım attığımda tahtalar gıcırdıyor. Göğe bakıyorum, burada gök hep daha mavidir. Derin bir nefes alıyorum. Gözlerimi yeniden bahçeye çevirdiğimde yıllardır insan eli değmeyen bu bahçenin de benim gibi derin bir nefes aldığını hissediyorum. Orada burada ismini bilmediğim yabani çalılar türemiş, duvarın bir kısmı yıkılmış. Sundurmanın köşesine baktığımda yerinden oynamış tahtaların orada bir kedi kolonisi görüyorum. Neredeyse tahtalarla aynı boz renkte bir anne kedi, şimdiden belirleyemediğim sayıda yavrusuyla kucak kucağa yatıyor. Bakışıyoruz. İkimiz de meraktayız, ama o daha soğukkanlı. Kısık gözleriyle beni süzüyor. Tehlikeli olmadığımı anlayınca ağzını kocaman açıp esniyor ve yalanıp uykusuna geri dönüyor. Bahçenin içine doğru giden patika yol pek bozulmamış, taşların etrafındaki otlar uzamış o kadar. Sağa sola bakınarak ilerliyorum. Güllere ne olduğunu görmem gerek. Güllerin olduğu yere varıyorum, bir sürü tomurcuk, boynunu bükmüş çalıların arasından bana bakıyor. Durup seyrediyorum, eski gümrah hallerini gözümde canlandırmaya çalışıyorum. Ne renkteydiler, kayısı renginde mi? Evet, kayısı renginde kocaman çanak gibi açan güllerimiz vardı. Her sabah bir tanesini özenle kesip kahvaltı masasına koyardık ki günümüz güzel geçsin. Geçerdi de. Ya da şimdi öyle geliyor. Gülümsüyorum. O sırada güllerin de iç çektiğini duyuyor gibi oluyorum. Sessizce yürümeye devam ediyorum. Upuzun otlar, upuzun. Arada gene adını bilmediğim için utandığım çiçekler. Aslında adını bildiğim ama tanımadığım demeli. Belki çoban çantasıdır bunlar, çitlembik, civanperçemi, aslanağzı, ballıbaba, tavşankulağı, yılanyastığı, kediotu, peygamber çiçeği, ebegümeci, taşkıran, uyuzotu, kadınaynası, ayıpençesi.. Burada yaşayacaksam hepsinin ismini öğrenmem lazım. Şimdi otların, eskiden çiçeklerin bittiği yerdeki ağacı merak ediyorum en çok. Ben bıraktığımda genç bir fidandı. Ne ağacı olduğunu bile hatırlamıyorum ne garip. Yediğimiz meyvelerin çekirdeklerini bahçeye savururduk biri tutar diye. Sonunda biri tutmuştu işte. Ama hangisiydi, çıkaramıyorum şimdi. Ağacın yanına vardığımda gördüğüm beyaz çiçeklerin ağacın çiçekleri olduğunu farkedip şaşırıyorum. Demek kirazmış, ne güzel. Daha meyve vermemiş, ama çiçeklerini açmış baharı kucaklamış. Ben de onun genç gövdesini kucaklıyorum, gözlerimi kapatıp yanağımı hafif ıslak bedenine yaslıyorum. Derinlerden bir su sesi geliyor, hayatın şahaneliğine yeniden iman ediyorum. Bir adım geri gidip yeniden ona bakıyorum. Beraber büyüyeceğiz artık diyorum ona. O da yapraklarını, çiçeklerini oynatarak sevindiğini söylüyor. Sesli gülüyorum. Birden ağacın yan tarafında bir torba farkediyorum, yaklaşıp açıyorum. İçinde bir minder var. Demek bahçemin gizemli bir ziyaretçisi varmış. Ağacın altında oturup kitap okuyordur belki. Seviniyorum birden. Torbayı yeniden usulca yerine bırakıyorum. Kitap okuyandan zarar gelmez, hem dost bile olabiliriz kimbilir. Tekrar göğe bakıyorum. Hatırladığım kadar mavi. Evet, hoşgeldim. İyi ki.

1 yorum:

Vladimir dedi ki...

Çok güzel olmuş Gülçin. Devamını merak ettim. :)