.

.

20 Ağustos 2008 Çarşamba

bir başkadır yaz konserleri

Yazın en sevdiğim yanlarından biri sabah ilk saatleri olduğu kadar, geceleridir de. Yaz gecelerinde yıldızların birer pırlanta gibi serpildiği kadife kumaşa benzeyen pırıl pırıl bir gökyüzünün altında, hafif ürperten bir esintiyle açık havada olmak ne güzeldir. Hele sevdiğiniz bir sanatçının açıkhava konseri; hem onu görür dinlersiniz, rahat rahat oturursunuz, üstünüz başınız rahattır, yüksek sesle eşlik edebilir yanınızdakine bişeyler anlatıp gülebilirsiniz, abartmazsanız kimse kızmaz, herkes de sizin gibidir çünkü, yaz geçer biliriz, bu yüzden rahatızdır, kapalı yerlerdeki gibi kasmayız kendimizi.

Yazları İstanbul’un konserlerini çok severim. Hem Harbiye Açıkhava, hem Rumelihisarı, şimdilerde Kuruçeşme Arena, ne görkemli, ne güzel mekanlardır. Bu yıl Temmuz’da açtım yaz konserleri serisini. İlk olarak Caz Festivali’nde Brezilyalı sanatçı Caetano Veloso’nun konserine gittik Açıkhava’da. Elinde gitarıyla, sakin sakin tek başına güzelim sesiyle şarkılar söyledi Veloso. Üzerinde sıradan bir pantolon ve gömlek, ama hiç sıradan olmayan huzur vericiliğiyle pek güzeldi. Almodovar filmlerinden hatırlarsınız belki onu, Konuş Onunla filminde Paloma Bianca’yı söylemişti ateş başında.

Sonra gene Caz Festivali’nde Nina Simone Saygı Gecesi’ne gittik. Bu sefer konser Sepetçiler Kasrı’ndaydı. Sepetçiler Kasrı’nın bahçe bölümünü (hani hep vapurla geçerken görürüz) Swiss Otel işletiyormuş artık, ilk kez de bir konser için açmışlar. Konser alanı hem sandalyelerden hem minderlerden oluşuyordu, tam denizin kıyısında. Ah yahu insanın canı rakı ister diyeceksiniz, imdada Mest Rakı yetişti, sponsorlardan biriymiş efendim, yeni çıkardıkları Boğazkere kırmızı üzümlerinden yaptıkları rakıyı tanıtıyorlardı. “aaa tanıyalım, kırmızı üzümden üretilen ilk rakı ha” filan diyerek rakı ihtiyacımızı giderdikten sonra konser başladı. Bu arada Mest’in Boğazkere’leri çok hoş ve yumuşak içimli, şişeleri de çok estetik- Fransız tasarımlıymış-, deneyebilirsiniz. Sahneye ilk olarak Sibel Köse çıktı, Nina Simone’un orjinal orkestrasıyla gerçekleşecek böyle bir anma gecesinde bir Türk caz sanatçısının yer alması güzel bir olaydı. Ardından Raul Midon çıktı, cazın yeni yükselen isimlerinden. Meğer gözleri görmeyen bir zenciymiş bu kocaman sesli eğlenceli adam. Sonra sıra Stacey Kent’e geldi, kısacık saçları, yeşil deri ceketi ve dizinin hemen üzerindeki yeşil eteği ile cazcıyı bırakın şarkıcıya bile benzemiyordu; ama onun da yorumculuğu çok iyiydi. Ve derken gecenin ağır topu Dee Dee Bridgewater anons edildi. Kendisi çok uzun süredir şarkı söylememesine rağmen, ses kalitesi Sarah Vaughan’la karşılaştırılan bir sanatçı; daha önce de Türkiye’ye gelmişti ama ben fırsat bulamamıştım onu izlemeye. Merakla bekledim. Aaa kadın sahneye bir çıktı, bir kere pek iri yarı, ama şişman değil, oldukça kısa ve pullu bir elbise giymiş kolsuz, bacaklar uzun ve ince, kapkara ve kadın saçını kazıtmış. Bu vitrin mankeni görünümün şokunu sesini duyar duymaz unutuyorsunuz o ayrı. Evet o gecenin yıldızı Dee Dee idi, eşitler arasında birinci. Ama saçını uzatsın, ürkebiliyor insan.

Sonra tatilimde Bodrum’dayken de rastgeldiğimiz iki gösteriye gittik Antik Tiyatro’da. Biri Komedi Dükkanı idi, konuk sanatçı Hakan Yılmaz ve ikinci bölümün sonlarına doğru Zerrin Özer. Zerrin Özer hala kara gözlüklü, hala kilolu, hala melankolik ve hafif sarhoştu. Gösteri de eğlenceliydi, ben Komedi Dükkanı’nın televizyonda pek seyretmemiştim baştan sona, ama başarılı bir format olmuş artık, oturmuş. Bodrum’da ikinci gittiğimiz gösteri ise Edip Akbayram ile Ferhat Göçer’in konseriydi. Edip Akbayram’ı konser ortamında dinlemek oldukça zor, çünkü çok konser vermiyor, bu yüzden kaçırmak istemedik ve çok isabetli karar vermişiz. Onun işine tutkuyla bağlılığını, coşkusunu, heyecanını görme ve çağıl çağıl sesini dinleyerek meğer hepsini ezbere bildiğimiz şarkılarını birlikte söyleme şansını yakaladık böylece. Boyu kadar kızı Türkü vokalistliğini yapıyordu ve Nazım Hikmet memleket isimli şarkıyı beraber okudular, Edip Akbayram’ın heyecanını ve gururunu taa oturduğumuz yerden hissettik. Sonra son zamanların en iyi konser şarkıcısı olarak anılan, kişisel olarak ise şarkılarını sevip kendinden pek hazzetmediğim Ferhat Göçer çıktı sahneye. Ön orta bölümde oturanlara doğru yürüdü, ayaklı mikrofonunu oraya kurdu ve oradan söyledi şarkılarını. Böylece sahnenin yan tarafında kalan yaklaşık 4 blok seyirci kendisini koca kolonlardan dolayı sadece dizaltını ve arada elini görerek izlemek zorunda kaldı. Radyo gibi. Koptuk bir süre sonra, hakikaten şarkıları düzgün söylüyor-sesleri doğru basıyor ama ne bileyim bişeyler eksik sanki (ruhsuz adam şekerim, ruhsuz). Neyse ki Edip Akbayram yetişti sonra da, Leylim Ley’i söylediler beraber, tüm tiyatro ayakta, anımsanmaya değecek çok güzel bir sahneydi. Naçizane çıkardığım sonuç şudur: Edip Akbayram, maalesef sayısı azalmış kalitede düzgün bir adamdır ve nerede konseri varsa, fırsatı olan gitmelidir. Ferhat Göçer’i ise alın cdden dinleyin kardeşim. Nedir yani.

İstanbul’a döndüğümün ertsi günü ise gene açıkhava’daydım, Zülfü Livaneli konserinde. Konser Merhaba şarkısı ile başladı, sonra Zülfü bey açılış konuşmasını yaptı, “şarkılarımın çoğunu bestelediğimden bu yana 30-40 yıl olmuş, bu şarkılar kaç başbakan kaç hükümet eskitti hatırlamıyorum, bunları da eskitir merak etmeyin” demez mi? Adam hiç değişmemiş yahu, yüzünde aynı gülümseme, saçları kırlaşmış sadece. Yıllar önce gittiğim bir konserinde şarkılarını pek söylememiş, genelde seyircilerin eşlik etmesini sağlamış ve kendisi sol eliyle bacağının yan tarafına vura vura tempo tutmuştu, bu konserinde ise hepsini kendi söyledi valla. Kendisi söylemekle kalmadı, bir kaç ay önce piyasaya çıkan “Dünya Solistlerinden Livaneli Şarkıları” albümünde 4 şarkı birden seslendiren Jocelyn Smith de oradaydı ve onunla da şarkılar söyledi. Grammy ödüllü Amerikalı zenci sanatçı, müthiş bir soul gırtlağına sahip ve bildiğimiz Livaneli şarkılarını öyle formlarda söyledi ki inanamazsınız. Konser bir su gibi, duru tertemiz aktı gitti ve her zamanki gibi en neşeli “Bilmem Şu Feleğin Bende Nesi Var” türküsünü bir ağızdan ayakta coşkuyla söylememizle bitti. Her canım sıkıldığında bu türküyü kendime söylemeye karar verdim. İzlediğim en etkileyici konserlerden biriydi.

Derken Kadıköy Belediyesi bu yıl Selamiçeşme Özgürlük Parkı’nda dördüncü kez “Yıldızlar Altında Tiyatro” geceleri düzenledi. Ücretsiz olan bu gösterilere hemen hemen bütün özel tiyatro ekipleri sezon oyunları ile katılıyor. Daha önce gitmemiştim, bu yıl esti hadi gidelim diye kalkıp gittik. Amanın bir kuyruk kapıda, halkımız sanata tiyatroya aç mirim diyerek bekledik, girdik. Sadri Alışık Tiyatrosu’nun Çapraz Aşklar isimli oyununu izledik. Ruhi Sarı, Ayça İnci, Irmak Ünal ve Kayra Şenocak’ın oynadığı komedi eğlenceliydi.

Ve dün. Bu sefer Rumelihisarı. Etkinliğin adı: 100 Yılın Meydan Faslı. Etkinlik bilgilerinde Levent Kırca, Müjdat Gezen, Faruk Tınaz, Ahmet Özhan, Sibel Can, Gönül Yazar, Mustafa Sağyaşar, Selami Şahin gibi isimler yer alıyordu. Değişik olur diye düşünüp bilet aldım. Hakikaten oldu J) Sanatçılar sahneye yerleştiğinde bir baktık ki kimler var: Müjdat Gezen, Ateşböceği Ercan, Mustafa Sağyaşar, Selami Şahin, Melike Demirağ, Zekai Tunca ve Berkant. Allah allah ne oluyoruz derken anlaşıldı ki, diğer isimler geliriz deyip gelmemişler filan. Üstelik Ziya Açıkelli diye eski bir menejerin jübile gecesi gibi bişeye de dönüşmüş etkinlik. Bu karışık sanatçı topluluğunun sebebi buymuş, Ziya abimin bugününde olmalıyım diyen atmış kendini. Ateşböceği Ercan kendini gecenin sunucusu olarak buldu sonra, gecenin kalanı gelen sanatçıların tek tek sahneye çıkıp şarkı söylemesiyle devam etti. Selami Şahin (ki bu adamda acayip bir komedi yeteneği var)’den sonra Berkant çıkıp Samanyolu’nu söyledi, derken Müjdat Gezen çıkıp Rumelihisarı’nda 1961’de sahneledikleri oyunda yaşadıkları bir anısını anlattı. Sonra birden sahneye Erol Büyükburç çıktı, siyah parlak bir takım elbiseyle. Margarita, Little Lucy ve Versinleeer isimli şarkıları playback okudu. Ardından Seyyal Taner çıkmaz mı? Ajda’ya taş gibi kadın diyenler, vallahi Seyyal de taş gibi kadın. Nasıl hatırlıyorsanız hala öyle enerjik, neşeli. O da Şiirimin Dili, Nerden Bilirdim ve Son Verdim Kalbimin İşine şarkılarını danslarıyla canlı söyledi. Ay şimdi ne olacak derken baktık ki, Ahmet Selçuk İlkan çıkmış şiir okuyor. Peşinden Zekai Tunca 3 şarkısını söyledi –ki biri elbette İmkansız idi, Liz! Seni hatırlamamak mümkün mü?- O bitti Melike Demirağ çıktı, Arkadaş’ı söyledi, peşinden Memleketim’i söylemeye başladığında saatler geceyarısını geçmişti ve seyircilerin dörtte biri yavaş yavaş ayrılıyordu, biz de ayrıldık. TRT’nin siyah beyaz olduğu günlerdeki eğlence programlarına, annemin gençliğindeki gazino programlarına benzer ilginç bir programdı. Nereden bulacaktık o kadar çeşit sanatçıyı?

Sonuç: yaz geceleri açık havada güzeldir efendim, kendinize ve sevdiklerinize bir iyilik yapınız, kalkıp bir etkinliğe bilet alınız, eğlencesi garanti.

13 yorum:

Sem dedi ki...

Gülçin'ciğim, ne kadar dolu dolu geçen yaz geceleri bunlar:) Bir de öyle güzel anlatmışsın ki, okumak bile enerji veriyor, açık havaya gidesi geliyor insanın. Kendine ve sevdiklerine iyilik yapmaya devam diyorum.

Sevgiler

Adsız dedi ki...

Güllü Arkadaşım
Çok özlemişim sohbetini
Ne güzel anlatıyorsun
Sevgiler
Ahmet Kadir Canavar

ABİ dedi ki...

Burada iki şeye çok katılıyorum..
1- Fransız dizaynı şişe ve içindeki malzeme iyi..
2- Edip'abi babadır, Ferhat hakkaten göçmüştür.
saygılar.

cinar dedi ki...

Oh oh, beklediğimize değmiş vallahi :) Bu ne enerjidir, nasıl hırala gürele programdır böyle. Hem içim açıldı hem yoruldum okurken :) Açıkhava konserlerini ben de çok seviyorum. Ama şu sevdiğim sanatçıları Çarşamba ya da Perşembe gibi abuk günlere koymalarına gıcık oluyorum. İzin alıp gelmek gerekiyor ki bu her zaman mümkün olmuyor.
Of biri bana da iyilik yapsın ve götürsün beni buradan :)

cinar dedi ki...

Oh oh, beklediğimize değmiş vallahi :) Bu ne enerjidir, nasıl hırala gürele programdır böyle. Hem içim açıldı hem yoruldum okurken :) Açıkhava konserlerini ben de çok seviyorum. Ama şu sevdiğim sanatçıları Çarşamba ya da Perşembe gibi abuk günlere koymalarına gıcık oluyorum. İzin alıp gelmek gerekiyor ki bu her zaman mümkün olmuyor.
Of biri bana da iyilik yapsın ve götürsün beni buradan :)

cinar dedi ki...

Oh oh, beklediğimize değmiş vallahi :) Bu ne enerjidir, nasıl hırala gürele programdır böyle. Hem içim açıldı hem yoruldum okurken :) Açıkhava konserlerini ben de çok seviyorum. Ama şu sevdiğim sanatçıları Çarşamba ya da Perşembe gibi abuk günlere koymalarına gıcık oluyorum. İzin alıp gelmek gerekiyor ki bu her zaman mümkün olmuyor.
Of biri bana da iyilik yapsın ve götürsün beni buradan :)

Adsız dedi ki...

imkansız ı her duyduğumda ben de seni hatırlıyorum...ne güsel şarkıdır o...

liz

ABİ dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
ABİ dedi ki...

4-

cinar dedi ki...
Oh oh, beklediğimize değmiş vallahi :) Bu ne enerjidir, nasıl hırala gürele programdır böyle. Hem içim açıldı hem yoruldum okurken :) Açıkhava konserlerini ben de çok seviyorum. Ama şu sevdiğim sanatçıları Çarşamba ya da Perşembe gibi abuk günlere koymalarına gıcık oluyorum. İzin alıp gelmek gerekiyor ki bu her zaman mümkün olmuyor.
Of biri bana da iyilik yapsın ve götürsün beni buradan :)

21 Ağustos 2008 Perşembe 08:32

:))

Vladimir dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
cinar dedi ki...

:) İnternetimde sorun var ya ne yapabilirim :)) Sayfa aniden kapanınca yorumu kaybetmedi sanıp bir kez daha, ve bir kez daha yazmışım işte aynı şeyleri :) Yalnız başıma geleceği bildiğimden yazar yazmaz kopyalamayı da unutmamışım yani. Puhahaha :))

gülçin dedi ki...

sevgili sem,
içimden taşan enerjiyi yansıtabildiysem ne mutlu bana! hadi bu gece keşanlı ali'ye gidelim açıkhavada!

sevgili akc,
her zaman yorumlarını beklerim arkadaşım.

sevgili abi,
başka dediğime katılmıyosun mu yani?

sevgili çınar,
ay bi baktım yorumlar cayır cayır geliyor. ama o da ne? aynı galiba bunlar :)) bence buralara geleceksen elini çabuk tut, son haftalar.. batan geminin son konserleri bunnaar vatandaş :)))

sevgili liz,
yıllar sonra bile güzel olduğuna göre, hakikaten güzelmiş demek ki :)

sevgili vladimir,
kafa kalmaz olur mu, asıl her konser çıkışı "ay şimdi napsam, hangisine daha gitsem, daha ucuz hangisini bulsam" diye gözlerin ferfecir okumaya başlıyor. ferhat'a kıl olanlar birleşin!! gerçi onun eski karısı facebook'ta onun estetik ameliyatlarından (evet adam bu hale gelebilmek için bi sürü estetik ameliyat geçirmiş)önceki halini gösteren resimleri siteye koyup bir de "ferhat göçer'den nefret edenler grubu" kurmuştu, sonra ne oldu bilmem.

sevgili çınar, aldırma, rating ile adrenalin oldu :)))

sevgiler.

miso dedi ki...

Gülçincim, ani bir kudurma olup bütün konserlere uçmuşsun be kardeşim. Ayıp ama diycem, terbiyesiz bi miso olucam :)

Nefis yazmışsın. Ve de çok eğlenceli :)

Ben bi kere yayınlasam olur mu yorumu? :)) Hani rating bakımından?

marruu