*Akşam oluyor, eve dönüyorsunuz. Pencereniz ışıklı. İçeri giriyorsunuz sofra kurulmuş. Herkes iyi.
*Üç gündür aklınız başınızda değil. Bir test sonucunu bekliyorsunuz. Zaman geçmek bilmiyor. Nihayet... Yaşasın!
*Sabahın erken saatleri. İstanbul sessiz. Boğaz’ın kıyısındasınız. Bir şilep geçiyor, bir martı bağırıyor, bir karabatak suya dalıp çıkıyor, bir motorun sesi geliyor.
*Ayrılığa alışmaya çalışıyorsunuz. Zor. Köprüleri tam atmamışsınız henüz. İçinizde bir umut, gözünüz kulağınız telefonda. "Bip bip"... Beklediğiniz mesaj geliyor.
*Okuldan geliyorsunuz. Evde poğaça kokusu. Anneniz sesleniyor. "Limonata da var."
*Arabada gidiyorsunuz. Yaşadığınız şehir arkada kalmış. Sağınızda solunuzda çiçek açmış ağaçlar, uzakta yemyeşil tepeler, aralarda kırmızı damlı beyaz badanalı küçük evler. Bir kır kahvesine yanaşıyorsunuz.
*Uyanıyorsunuz, içeriden kızarmış ekmek kokusu geliyor.
*Koltuğa yayılmışsınız. Elinizde sizi çok sarmış olan bir kitap. Yanınızda kahveniz.
*Tatile çıkmaya iki gün kalmış.
*Birazdan sevgilinizle buluşacaksınız, kendinizi çok güzel buluyorsunuz.
*Doğduğunuz şehre gidiyorsunuz birkaç günlüğüne. Anneniz babanız mutlu. Yeniden çocuk oluyorsunuz.
*Galiba o da size karşı ilgisiz değil.
*A! Ağrı kesildi!
*Belki on yere CV’nizi bıraktınız. Ama tık yok. Tam bu topraklara sitem etmekteyken bir telefon!
*Bir hasta ziyaretinden dönüyorsunuz. Hastanenin kapısına çıktığınızda derin bir nefes alıyor ve hayata doğru yürüyorsunuz.
*Elinizde bira, dev ekranda maç seyrediyorsunuz. Üstelik sizin takım 2-0 önde.
*Hava buz gibi. Donarak geliyorsunuz eve. Ocağın üstünde çaydanlık!
*Bir el ensenizde, şakaklarınızda, sırtınızda, omuzlarınızda dolaşıyor. Gevşiyor, gevşiyorsunuz. Uyumak üzeresiniz.
*Bir yaz günü, yeni yıkanmış, çiçekleri sulanmış, denize bakan balkonda sofra kuruyorsunuz. Bir içeri, bir dışarı...
*Çocuğunuzun üç gündür düşmeyen ateşi düşmüş.
*Kapı çalınıyor. Açıyorsunuz. O!
*Onu ilk kez görüyorsunuz. Camın arkasında, minicik, pembe, uyuyor.
*Uyanıyorsunuz, aklınıza geliyor, "Bugün pazar." Yeniden uyuyorsunuz.
*"Oğlum doktor" diyorsunuz.
*Böyle yüzlerce "an" sayılabilir.Ne kolay olduğunu gördünüz mutlu olmanın. Herkes gün içerisinde defalarca mutlu hissedebilir kendini. Maksat farkına varmak elbet. İdrak etmek.Ha, ama sizin kafanızda "büsbüyük" tarifler varsa onu bilemem. İşiniz zor.
Ne güzel anlar değil mi? her maddeyi okuduktan sonra gözlerinizi kapatıp hissetmeye çalışın, içiniz nasıl ferahlayacak şaşacaksınız. ben de mutlulukla ilgili böylebir yazı yazmayı planlıyordum, hazır geldi önüme :) aslında ben suriye'ye gittiğimde yazmıştı melih, ben de cevabımı oradaki gezi anlarımın üzerine kurmayı düşünmüştüm. yabancı bir ülkede neyi nasıl kime soracağınızı bilemezken gülen bir yüze rastlamaktan, bilmediğiniz bir dilde yazılmış menüde tanıdık bir yemeğe rastlamaktan, alışveriş yaptığınız dükkanda size nerelisiniz dediklerinde türküm dediğinizde "aaa istanbul'dan mı?" diyen tezgahtarın parlayan gözlerinden, gecenin dördünde yorgunluktan ve uykudan binbir zorlukla gözlerinizi açık tutabildiğiniz bir uçak yolculuğunda başınızı çevirip uçak penceresinde uzansanız dokunabilecekmişsiniz gibi gelen ayla gözgöze gelmenizden bahsedecektim. sonradan buna hevesle yaptığınız bir yemeğin tam kıvamında olduğunu farkettiğiniz anı, günlerdir toplamaya üşendiğiniz odalarınızı bir çırpıda toplayıp odanın kapısından bakıp içinizin hafiflediği o anı, geçen yazdan beri giymediğiniz ve görünce ne kadar sevdiğinizi hatırladığınız ama bir ara kilo aldığınız için içine giremediğiniz bir elbisenin içine sonraki yaz başında gene girebildiğinizi aynanın karşısında gördüğünüz anı, çok bezdirici geçen bir işgününden sonra gece kırmızı bir kadife koltukta sevgilinizin omzuna yaslanıp "var mısın yok musun"u bile seyretmenin ne hoş olup gözlerinizi yumduğunuz anı ekleyecektim. belki sonuna Leo Buscaglia'dan "mutluluk öyle bir kez yakalandığında sürekli devam eden birşey değildir, mutluluk anların toplamıdır" sözünü yazacaktım. ama sonunda böyle oldu.
ah, şimdi de ne oldu biliyor musunuz, listeye bir ilave daha: gecikmiş bir mimi cevaplamanın verdiği haz :)) sevgili melih, gecikme için kusura bakma. sevgili sem ile vladimir'in de hala yazmasını bekliyoruz, değil mi? bu arada, sahi sizin de var mı böyle yakında yaşayıp da "ahanda işte bu!" dediğiniz anlar? yazsanıza :)
7 yorum:
Gülçin'ciğim Pakize Suda ile biraz işin kolayına kaçmışsın ama yüzümüzü gülümseten o anları her ikinizden okumakta güzel. 'Var mısın Yok musun'u seyrettiğiniz anlar ha:)) Ben de unutmadım mimlendiğimi, yazın da ilham verdi zaten. Sevgiler
Sevgili Gülçin, sabah sabah öyle güzel gitti ki bu yazı eminim tüm güne yayılacak mutluluğum. Mutluluk detaylarda gizlidir aslında, çoğumuzun gözden kaçırdığı detaylarda. Ama aslında hep yanımızdadır, hep burnumuzun dibindedir mutluluk da biz bazen göremeyiz. Çok güzel bir yazı olmuş yine :)
Sevgiler.
Bir turlu alisamadim Pazar gunlerinin haftanin ilk gunu olmasina :(
Ancak ona ragmen mutlu bir gulumseme yayildi yuzume yazini okuyunca.
eline saglik
unuttun sanmıştım...
Ansızın hatırlattın. Ellerine sağlık!
Bu aradaevet, bekliyoruz..
8 saattir soğukta yürüyorsunuz. yorgunluktan bacaklarınız titriyor.
son 1 kaç mt daha...
işte zirveye geldiniz. tüm yorgunluk, küfürler, soğuk unutuluyor.
kafanız boş şehrin sizi kirletmesine hazırsınız. başka 1 zirvede tekrar yıkanmak üzre...
Gülçincim,
Pakize Suda nefis yazmış, sen de harika tamamlamışsın. Gerçekten de okumak çok iyi geldi. Bir de kıyak'ı okuyunca içim titredi. Heyecanlandım. Bende böyle bir fiziksel güç yok. Olanlara ne mutlu :)
marruu
ben de bir liste yapayım kendime... ne güzel mutluluk listen...
Yorum Gönder