.

.

8 Mayıs 2008 Perşembe

ülkemizde ayakkabının tarihi ve Kadından Kentler



herkese merhaba :) sağ salim gittim döndüm, yol yorgunluğunu attım, işe başladım, yoğun bir hafta geçirdim, resimlerimi yeni indirdim ve aklımdakileri yazmak için oturdum sonunda. gezi anılarını anlatmadan önce dün otobüste (benim meşhur çift katlı 202'lerim) şahit olduğum bir konuşmayı yazmaya karar verdim, ertelersem unutacağım çünkü. akşam iş çıkışı her zamanki saatte her zamanki şöförüyle gelen otobüsüme bindim. merdivenlerin yanında tek kişilik yan koltuğu boş yakalayınca çok sevindim (çünkü kitabımı çıkarıp okurken ve otobüs tintintin giderken bir süre sonra öyle bir uyku basıyor ki, burada oturunca başımı merdivenin yan duvarına yasladığımda çok rahat ediyorum), geçtim oturdum. tam karşımdaki ikili koltukta iki bitirim genç oturuyor, 20'li yaşlardalar. biri daha bıçkın, ayağını öndeki koltuğun kenarına koymuş, bir eliyle tespih çeviriyor ve yanında biraz daha süklüm püklüm oturan gence bişeyler anlatıyor. pek ilgilenmedim onlarla, açtım kitabımı okuyorum (kitabımı birazdan anlatacağım). o sırada osmanbey'den geçiyoruz, erol ayakkabıcısının önünden. tabelayı görünce biri ötekine "yuh lan, baksana" diyor. çaktırmadan ben de bakıyorum, erol ayakkabıcısının tabelasında afili bir yazıyla "erol, since 1946" yazıyor. tespih çeviren ötekine dönüp "yalan işte bu lan" diyor. yalan olan nedir anlamıyoruz. "ha" diyor öteki, o da başlıyor açıklamaya ballandırarak, "oğlum Türkiye'de 1946'da ayakkabı mı vardı lan" diyor ve takdir bekler gözlerle etrafa bakıyor. gariban olan biraz şüphelenmiş gibi, "yok mudur" diyor. bu sefer bu daha üste çıkıyor "yoktu tabi lan, lastik giyiyolardı, Türkiye'de ayakkabı olsun olsun 50 yıldır filan vardır, 1946 lan, daha neler". diğeri alt dudağını büküyor, hala şüpheli gibi, "sahi mi" diyor. bizimki iştahla, sesini biraz daha artırarak "tabii" diyor, "ayakkabı çok yeni bişey. kızılderililer ne giyiyodu düşünsene, afrikada hala bazı kabileler var, gidiyosun ayakkabı diyosun, bilmiyolar".. sanırım bu tarih dersine çeşitlendirerek devam edecek ama cep telefonu çalıyor, sohbet kesiliyor. bugün nette araştırdım, Türkiye'de ayakkabının tarihini, merak eden burayı tıklayarak okuyabilir. ama onu okumadan da biliyoruz ki, 1946'da pek de güzel ayakkabılar vardı. şimdi bu genç dalga mı geçiyordu yoksa çok genç ve cahil bir ana-babası olduğundan 1946'da allah bilir dinazorlar da var mı sanıyordu bilemeyeceğiz. bilmem işte, takıldı aklıma. salak çocuk. bi de onun sayesinde geçen sene Londra'da bir ayakkabı sapığının olduğunu öğrendim, iyi mi? bakın ne yapıyormuş bu sapık:

İngiltere'de sokakta kadınlara saldırıp zorla ayakkabılarını alan fetişiste bir yıl hapis cezası verildi. 26 yaşındaki otomobil tamircisi Ömer Abd El Gowd'un, kurbanlarını sokakta bir süre takip ettikten sonra saldırıp ayakkabılarını aldığı belirtildi. 12 yaşından bu yana bu suçu işlediği belirtilen Abd El Gowd'un, kadınların ayakkabıları daha modaya uygun olduğu için, Stockton-on-Tees kentinden başkent Londra'ya taşındığı da ortaya çıktı. Tamircinin tutuklandığı sırada ev ve işyerinde yüzlerce çift ayakkabı ele geçirildiği, koleksiyonun son 15 yılda ayakkabı modasında meydana gelen tüm değişiklikleri yansıttığı belirtildi. Ayakkabı fetişisti mahkemede kurbanlarını değil ama ayakkabıları çok iyi hatırladığını söyledi. Yargıç Colin Smith ise Abd El Gowd'un kadınlara zarar vermek niyetinde olmadığını, ancak işlediği suçun kadınlar için gerçek bir 'travma sebebi' olduğunu belirterek, bir yıl hapis cezasını bu nedenle uygun gördüğünü açıkladı. Abd El Gowd'un cezası ertelendi.


mazallah, Allah sapığa çattırmasın:) bu arada okuduğum kitaptan bahsedeceğim demiştim, okuma hızında yazan Murathan Mungan'ın son kitabı KADINDAN KENTLER kitabından bahsedeceğim. Çok beğendim ben bu kitabı. Türkiye'nin farklı bölgelerindeki kadınları anlattığı öykülerde, tüm kadınlardan bir parça var bizden. kadın duyarlığını bu kadar iyi yansıttığı için mi bilmem, zaten hep beğenirim onun yazdıklarını. ama bu kitabı çok daha özel, çok daha mahrem sanki. bir söyleşisinde " Kitabı insanların bağrına basmasını isterim. Yani böyle okula giden çocukların kitaplarını tutma şekli vardır, bu kitap hep gözümün önüne insanların göğsüne bastırdığı kitap olarak geliyor." demiş, kitabı bitirdiğimde ben de tam böyle hissettim, alıp bağrıma basmak istedim. lütfen atlamayın bu kitabı. ah, bir de Radikal'in Cumartesi ekinde yayınlanan şu söyleşiyi de okuyun.


Murathan Mungan'ın kadınlar üzerinden yazdığı Türkiye haritasını okurken ben Şam'da iş gezisindeydim. Şam'daki halimi de anlatacağım, azz sonra :)

7 yorum:

Goddess Artemis dedi ki...

Hoşgeldiniz! Nihayet... Özlemiştim yazılarınızı... :o)

Bir de, şurayı keşfettim geçenlerde, siz de gelsenize: Türk Kadın Blog Yazarları

Vladimir dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Sem dedi ki...

Sevgili Gülçin, ayakkabı sapığı Imelda Marcos'un değişik bir versiyonuymuş demek ki:)

Kadından Kentler'i daha okumadım ama en kısa zamanda okuyup bağrıma basacağımdan emin olabilirsin:)) Sevgiler

gülçin dedi ki...

merhaba sevgili artemis,

ben de yazmayı özlemişim, sağolunuz :0)

Sevgili vladimir,
nereden nereye şu ayakkbı hikayesi değil mi? sapık aslında trajikomik bi şekilde yapıyor sapıklığını, düşünsene yolda biri sana saldırıp sadece ayakkabını alıyor. çantanı vereceğine ayakkabını verirsin tabii. ama sonra? oku kadından kentler'i, sırada başa al. ben de isterdim o okumalarda o şehirlerde olmayı.

sevgili sem,
evet ya, sen de oku mutlaka kadından kentler'i.

sevgiler.

cinar dedi ki...

Hoşgeldin Gülçin :)

Yeni yazılarını heyecanla bekliyordum ben de. Beklediğime de değdi :)
Bahsettiğin kitabı alacağım en kısa zamanda, umarım en kısa zamanda da okuyabilirim. Aldığım kitapları hemen okuyamama gibi bir durumum var çünkü..
Sevgiler.

egemavisi dedi ki...

Hoşgeldiniz.
Sapıklık sınır tanımıyor işte. .)
O fotoğrafın aynısından Bodrum'da görüp hayran kalmıştım. Şimdi bir daha gördüm, yerimde duramıyorum. Ne tatlı şey öyle.

Ori dedi ki...

O gencin tarihbilgisi doğru olabilir! Ayağında Kundura türküsü de bunu doğruluyor. Hatta konu olmadığı için bahsetmemiş o elindeki tesbihler bile o zamanlar ebegümecinden yapılırdı. Neyse bunlardan her otobüse lazım:))
Kadından Kentler, kadınların değil erkeklerin eseridir (1946 da ayakkabı yoktu gibi oldu:)). Erkekler olmasa kadınlarda isyan, misyan falan etmez herkes köylerde yaşardı sanırsam:))