.

.

4 Nisan 2008 Cuma

Evlilikte Ufak Tefek Cinayetler


Perde açıldığında, geniş bir salon görürüz. tam karşıda sahneyi boydan boya kaplayan ve göz alan bir kütüphane var. Sahnenin sol tarafında ise sokak kapısı ve kapıdan salona inen 5-6 basamaklık bir merdiven. Ön tarafta iki kişilik kocaman bir koltuk, ortada tek bir berjer, yanında da üstünde abajur olan bir sehpa. Sağ taraftaki duvara dayalı bir çalışma masası, üzerinde daktilo, kenarda kağıt yığınları..

Derken sokak kapısı açılır. İçeriye bir kadın ve erkek girerler. Erkek biraz çekinden tavırlı, tutuk tutuk yürümekte; etrafa son derece yabancı gözlerle bakmaktadır, elinde de bir bavul vardır. Kadın ise, birazının zoraki olduğu sezilse de, neşeli ve canlı bir şekilde adamı içeriye davet etmektedir. Ve demektedir ki: "Sen benim kocamsın. Merdivenden düştün, kafanı vurdun, hafızanı kaybettin. Ama merak etme iyi olacaksın." Oyun bundan sonra son derece zekice yazılmış diyaloglarla bu çiftin 15 yıllık ilişkilerini sorgulamaları ve seyirciyi ters köşeye yatıran dönüşlerle sürüyor, etkileyici bir sonla bitiyor.

İki hafta önce Oyun Atölyesi'nde, Haluk Bilginer ve Vahide Gördüm'ün oynadığı "Evlilikte Ufak Tefek Cinayetler" oyununu izledim. Biletlerini Aralık ayında almıştım. Şimdi ise sezon sonuna kadar tüm biletlerin satıldığını, yeni sezon oyun biletlerinin de Eylül ayında çıkacağını söylüyorlar. Hem oyuncuların ikisinin de popüler ve çok başarılı olmaları, hem de oynadıkları salonun da küçük olması (ancak bu küçük salon seyirciyi o kadar oyunun içinde hissettiriyor ki, bir süre sonra hemen önünüzde devam eden bu çekişmeye müdahale etmemek için kendinizi zor tutuyorsunuz) nedeniyle sanırım bu durum. Oyuncular, kadın-erkek ilişkisi üzerine başka bakış açıları getiren bu çetinceviz metnin altından çok başarıyla kalkıyorlar; Vahide Gördüm televizyonda göründüğünden daha genç ve güzel bir kadın, Haluk beye ise lafımız yok, formunun ve karizmasının zirvesinde. İyi ki varlar, iyi ki tiyatro yapıyorlar, iyi ki buradalar diye şükrederek çıkıyorsunuz Moda'daki tiyatrodan. Bu arada, Oyun Atölyesi'nin çok da güzel bir kafesi ve yaz bahçesi var, o civarlardayken nefeslenmek isterseniz aklınızda olsun.

Oyundan etkileyici bir bölümü alıntılıyorum sizin için, Akşam Gazetesinde Aycan Sarıoğlu'nun yazısından, bakalım ne düşüneceksiniz?

‘Evlilikte Ufak Tefek Cinayetler’ yıllara yayılan, yayıldıkça aşktan ve tutkudan bir şeyler yitiren bir evliliğin anatomisini hem kadın hem de erkek gözüyle ortaya koyuyor. Kadına ve erkeğe tüm gücü ve zayıflığıyla bakmayı deniyor. Belki de ömür boyu aşk ancak aşka bu güç ve cesaretle bakmakla mümkün! Ve elbette hiçbirimizin, tek ben olmadığını vurguluyor.

Kadın diyor ki: “Benim iki ruhum var. Biri modern, biri ilkel…Modern olanı özgürlüğüne saygı duyuyor, öylesine incelikli, öylesine anlayışlı ki. İlkel olanı seni yalnızca kendine istiyor, paylaşmayı reddediyor. Kimin aradığı belli olmayan her telefonda sıçrıyor, en ufak bir parfüm değişikliğinde karalar bağlıyor. Rüyanda bir kadının seni öptüğünü, iki kolun boynuna dolandığını düşünüp bir cinayet planlıyor. 2500 yıllık köklü bir eğitim almış olsam da, sen aşkın o hayvansı, ilkel yanını benden söküp atamazsın.”

Erkek diyor ki: “Kollarında bin kez tatmin olsam da, kendimi başka kadınları baştan çıkarabilecek güçte yırtıcı bir hayvan olarak görüyordum. Bu evden her an çekip gidebilmeyi umuyordum. Sadakatsiz olmayı arzuluyordum. Benim de iki ruhum vardı. Gerçekle yetinmeyi bilmeyen, ona hayranlık duymayı beceremeyen. Seni ne kadar sevdiğimi söyleyemiyordum. Evliliğimizin en büyük serüvenim olduğunu itiraf edemiyordum.”

Oyunla ilgili olarak Sabah gazetesinde Rahşan Gülşan'ın yazdığı yazıya buradan ve Tiyatro Dünyası web sayfasında Ezgi Toz'un yazdığı yazıya da buradan ulaşabilirsiniz.

Ah, bu arada Tilda Tezman’ın Radikal’de yazdığı ve Paris’te izlediği bir oyunu anlattığı yazıda şu paragrafa rastlayıp not almıştım size anlatmak için:

.... Bu gösteride ve Paris'te gördüğüm diğer dört oyunda beni şaşırtan bir olay oldu: 1 Ocak 2008'den beri Fransa'da sigara yasağı başladı ve kapalı mekanlarda uygulanıyor. Ama sanatçılar sanki birbirleriyle anlaşmış gibi oynadıkları oyunlarda muhakkak ya sigara ya da puro içiyorlar ve bu yasakla sahne üstünden dalga geçiyorlar. Bu da sigara yasağına karşı yapılan bir protesto olarak seyirciyi daha da çok eğlendiriyor.

Buna ne diyorsunuz peki :))

2 yorum:

Vladimir dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Sem dedi ki...

Ben de, nihayet yazdığın bir oyunu daha önceden gördüm diyorum:)) Oyunun dışında Moda'da yoktan var ettikleri tiyatro, kafesi ve yaz bahçesi ile beni çok etkiledi. Özellikle insan dışardayken öyle bir yer bulacağını hiç düşenemiyor ve ilk defa gidenlerin için harika bir sürpriz oluyor.

Sigara yasağının nasıl uygulandığını Londra'da hayretle görmüş, bir zamanlar sigara ile özdeşlemiş mekanlarda tek bir sigara bile içilemediğini ve içmek isteyenlerin soğuğa, yağmura, kara aldırmadan mekanların girişlerinde kalabalıklar oluşturduğunu görmüş bir kişi olarak, protestonun seyirciyi nasıl eğlendirebiceğini düşünebiliyorum:))