.

.

7 Nisan 2008 Pazartesi

kemiklerin fısıltısı


Geçen hafta polisiye bir kitap okudum. severim polisiyeleri, kasvetli havalarda ve iç sıkıntısında ilaç gibidir. bu alanda yazan yeni birilerini keşfetmek de hoşuma gider. son keşfim Deborah Crombie, romanlarının geçtiği yer olarak İngiltere'yi seçen bir Amerikalı yazar. Kemiklerin Fısıltısı adıyla Türkçe'ye çevrilen 'Dreaming of the Bones' isimli kitabı, Amerikan Gerilim Yazarları tarafından en iyi roman dalında Edgar ödülüne aday gösterilmiş, en iyi roman dalında Macavity ödülünü almış, New York Times tarafından 1997 yılında yılın kitabı seçilmiş, üstüne bir de International Mystery Booksellers tarafından da yüzyılın en iyi 100 polisiye romanı arasında gösterilmiş. bana sorarsanız, yüzyılın en iyi 100 polisiyesi arasına girer mi bilemem, ama sıkı bir kitap olduğu kesin. türün meraklılarına gönül rahatlığı ile önerebilirim. bugün yazım için amazon'da bakınırken aynı kahramanlara ait devam kitapları da olduğunu gördüm yazarın, ilgimi çekti doğrusu. Radikal Kitap ekinde Ömer Türkeş'in anlatımıyla kitabın konusu şöyle:


..Deborah Crombie ile Türkçedeki bu ilk tanışıklığımız. ABD vatandaşı olmasına rağmen, suç mahalli olarak İngiltere'yi seçmiş Crombie, hikâyesini de Scotland Yard'li bir dedektife, Duncan Kincaid'e emanet etmiş. Aslında Duncan'ın sevgilisi Gemma James de aynı büroda çalışıyor. Ne var ki romanda -özellikle hikâyenin başlarında- dedektife zorluk çıkarmaktan öte bir rolü yok. Zorluk çıkarıyor çünkü kıskançlık içinde. Kıskanıyor, çünkü Duncan'ın eski karısı Vic ortaya çıkıyor ve yıllar önce meydana gelen bir intihar vakasını araştırmasını istiyor. Vic, bir üniversitenin edebiyat bölümünde öğretim üyesi. Aynı üniversitede eğitim görmüş, aynı çevrede yaşamış Lydia Brooke adlı bir şairin biyografisini yazarken şairin öylesine içine girmiş ki bu depresif ruhlu kadının son şiirlerindeki üslubunun intihar öncesi bir durumu yansıtmadığını, bıraktığı notunsa başka bir şaire ait olduğunu düşünüyor. Kendi görev yerinin uzağında, üstelik yıllar önce meydana gelmiş bir vaka karşısında gönülsüzce işe koyulan Kincaid, polis soruşturmasında boşluklar olduğunu fark etse bile dosyayı yeniden açtırmak imkansız gibi. Ancak tam o sırada, yine üniversite çevresinde işlenen yeni bir cinayet Kincaid'in alt üst edecek ve katilin peşine düşecektir...


...Kemiklerin Fısıltısı'nda dedektifin özel hayatı hep göz önünde. Ancak bu durum polisiye kurguya zarar vermiyor. Muamma üniversite çevresindeki ilişkiler ağına dayalı. Böylelikle, üniversitenin oturaklı hocalarının 60'lı yıllardaki özgürlük arayışlarına, sanat ve edebiyat tutkusuna, aşklarına, zıpırlıklarına kadar uzanıyoruz. Deborah Crombie, geçmişin bugüne düşen gölgesini, griden karaya dönüşen tonlarıyla yansıtırken, intihar eden kadın şairin trajedisini de annesine yazdığı mektuplarla vurgulamış.


işte bu mektupların birindeki şu bölümü de sizlerle paylaşmak istiyorum, okuduğumda benim çok hoşuma gitti:


....1907 yılında Brooke ve birkaç arkadaşı King's'de The Carbonari adında, dünya görüşlerini paylaşıp tartışacakları bir topluluk kurarlar. bir gece Brooke şöyle der: "dünyada sadece üç şey vardır. biri şiir okumak, diğeri şiir yazmak, sonuncusu ve en güzeli de şiiri yaşamak." az önce biyografisinden alıntı yaptığım yazar Edward Marsh'a göre Brooke, bazı anlarda şiirin gerçekten ne demek olduğunu, bütün sorunları nasıl çözdüğünü ve değerler meselesini nasıl düzenlediğini anladığını söylemişti.


bu sözlerden o kadar etkilendim ki gazetede çalışmak gibi fikirlerden tamamen vazgeçtim; kısacası sanatım dışındaki herhangi bir şeyle uğraşmamaya karar verdim. işten güçten başımı alacak vaktim olana kadar şiir yazmayı ertelemek çok kötü bir fikirdi; kusursuz bir hayatın olana kadar yaşamamak gibi bir şey bu; öyle bir dönem hiçbir zaman gelmez ki. ben de ne zaman fırsat bulursam şiir yazıyorum artık. derslerin, ödevlerin ve okumaların arasında şiir yazıyorum ve yaptığım herşeyin şiirimi beslediğini farkettim. şiiri hayattan ayrı tutamazsın; hayat sonsuz dolambaçlı yoldan ısrarla özünü akıtır.


şiiriniz ve öyküleriniz eksilmesin efendim, sevgiler.

1 yorum:

Sem dedi ki...

‘Ertelemeden yaşamak lazım’. Ne güzel bir hatırlatma oldu sabah sabah. Sağolasın varolasin şiiri yaşayasın Gülçin’ciğim:))