Al işte, kaç yaşına geldin hala kahve köşelerinde, ellerinle yüzünü gizlemeye çalışıp omuzlarını titretmeden ve burnunu çekmeden ağlıyorsun. Etrafta gören var mı diye bakıyorsun ıslanmış gözlük camlarının arkasından, sonra çantanda mendil arıyorsun, o karışıklıkta bulmak mümkün mü ki? Bir bakıyorsun ki çantandaki tek mendil paketinin içindeki mendiller naylonlarından sıyrılmış çantaya dağılmışlar. Kiminin üsrtünde tütün tanecikleri, kimi de nereden olduysa kara kara lekelenmiş.. küfrediyorsun içinden, en temiz gibi görüneni alıp içini açıyor sonra burnunu temizliyorsun sessizce. Ama bunun görünüşü kurtarmadığını biliyorsun, burnunun ucu kızarmış olmalı, ağlayınca hep kızarır. Onu düşününce de titrer. Titrer mi hala? Deniyorsun, titremiyor. Oysa onu sevmeye ilk başladığın günlerde nasıl titrerdi, değil mi?
Sen ise İstanbul’un keşmekeş trafiğinde, şirket otomobilinin direksiyonundasın. Kafandaki karışık düşünceleri sadece etrafa küfretmek için bölüp, durmadan sigara içerek gidiyorsun. Hayatın berbat, arada kendine acıma krizlerine giriyorsun. Evlisin, üç çocuğun var, iki kız bir erkek. Erkek olan daha birbuçuk yaşında. Şu anda üç yıldır birlikte olduğun ve öncesinde iki yıl körkütük aşık dolaştığın sevgilinle beraberken doğdu oğlan. Zaten kız da eşinin hamileliğini duyunca çıldırmıştı, ama sen ondan baskın çıktın çıldırmakta, yerlerde dizlerinin üzerine kapanıp elinde baba yadigarı gümüşlü tabancan kendini vurmak istediğini söyleyip ağladın soluksuz kalıp titreye titreye uyuyana kadar. Kız dayanamadı tabii, affetmiş gibi yapmaya başladı. Biliyorsun eşşeklik senin yaptığın, kız yerden göğe haklı, ama ne yapalım oldu bir kere. Oğlanın doğduğunu da kıza söyleyemedin bu yüzden, ertesi gün de kalp krizi geçirip ölümün eşiğinden döndün, bir hafta hastanede yattın. Kızı hastaneye çağırdın gene de, karın başka bir hastanede yeni doğmuş bebeğiyle yatıyordu, sense başka bir hastanede, o yanındayken tanıdıkların geldi, onu da herhangi biri sandılar, sohbet olsun diye konuşurken “yoksa oğlanın heyecanından mı oldu” diye şakalaştılar güya. İyileşip çıktın hastaneden ama hep kendine dikkat etmen gerekiyormuş artık, ne demekse. Sonraki günlerde en güvendiğin iş arkadaşın, senden aldığı hatır çeklerini tefecilere, mafyaya kırdırdığını sonradan öğrendiğin arkadaşın, aniden ortadan yok oldu. Önce işini kaybettin, sonra paranı ve itibarını.. derken eve hacizler gelmeye başlayınca alıp iki kızı, bebeği, hanımını annene taşındın. Kadıncağız, bir yıl olmuş babanı kaybedeli, yalnız yaşıyordu, yüklendi sizi de. Şimdi hala annendesiniz, mahkemeler devam ediyor. Sana parasal destek olan başka bir arkadaşının yanında ona yardım için çalışmaya başladın. Hem cep harçlığını veriyor, hem bankalara olan taksitlendirilmiş borçlarını ödüyor, helal olsun. Kızla da hala berabersiniz ama artık işe başladığından beri ya geç ya da çok yorgun dönüyorsun, pek görüşemiyorsunuz. Annenin de etkisi var tabii, eskiden kıza gidip kalırdın geceleri, artık kalamıyorsun. Her gece gene de ona gidiyorsun, bir çay içip yüzünü görmek için. Son zamanlarda farkındasın bir kopukluk var, artık seni eskisi kadar çok aramıyor, öpmüyor, güzel sözler söylemiyor, sarılmıyor. Çok korkuyorsun, korkunun da bir faydası yok biliyorsun ama. Ellerin buz gibi oluyor onun seni bırakabileceğini düşününce, dişlerini sıkıyor bir yumruk atıyorsun direksiyona, bir sigara daha yakıp hırsla çekiyorsun içine.
Ah keşke kendisi anlasa diye hıçkırıyorsun yeniden, nasıl olacaksa diye ekliyorsun peşinden acı acı. Kaç gündür eve geç gidiyorsun, alışık değil böyle üstüste çıkmalarına, şaşırıyordur herhalde. Dün gece de güya kısa program diye çıkıp, geceyarısı döndün eve; dönerken de içinden dönmemek geldi o ayrı, sabahın köründe kalkıp işe gitmek olmasa.. kapıyı açınca evi dinledin, bunu hep yapıyorsun, sanki sen yokken eşyalar kendi aralarında konuşup oynaşıyorlar da sen kapıyı açınca susup eski yerlerine koşuşup yerleşiyorlarmış gibi. Yalnız yaşamak böyle garip yapıyor insanı işte. Yakında kendi kendime ya da eşyalarla konuşmaya başlarsam tam olacak diyorsun içinden. Evde çıt yok, ama lavaboda dibinde azıcık çayı ile bir çay fincanı sana bakıyor kocaman gözleriyle. O zaman anlıyorsun ki gelmiş demek, beklemiş. Şaşırarak üzülmediğini farkediyorsun. Aşkın karşıtı nefret değil, kayıtsızlık. Sahi sen ondan vazgeçmeye ilk ne zaman başlamıştın? Ne kadar uzun sürdü fakat.. onu görmediğin zaman hayata, ona, basiretsizliğine kızmak kolay. Geçen gece iki yıl önce yazdığın birşeyi okuyup gene aynı acıyla gözyaşlarına boğuldun. Beden bir süre sonra ruhun çektiği acılara karşılık vermeye başlıyor. Sen o zamandan beri düşünmedin belki bir daha ama geçen gece bedenin hatırladı; ağlarken insanın soluğunun kesilebileceğini, battaniyeler altında, ateşler içinde dişlerinin takır takır birbirine vurabileceğini ve tir tir titreyebileceğini. Sanki o geceymiş gibi hissettin hepsini yeniden, sanki az sonra yanına gelip “seni böyle görmeye dayanamıyorum, ölmek istiyorum” diye ağlayacakmış gibi. Bundan üç gün sonra ortak bir arkadaşın doğumgününe gidecekmişsiniz galata köprüsünün altında ve herkes gülüşüp konuşurken siz masada karşılıklı birbirinize bakıp tek söz etmeden ağlayacakmışsınız gibi. Ya da sen daha ağladığını farketmeden motorda, vapurda, otobüste, minibüste, işyerinde masanda, yolda yürürken kendi kendine yaşlar gözlerinden akmaya başlayacakmış gibi. Sahi sen hayatında bu kadar ağlamamıştın hiç. Ne oldu yani, unuttun mu sen şimdi, bağışlamış mısın yani? Hadi be. Gündüz herşey kolay, sen geceden haber ver. Bazen katran gibi sarar insanı, yapış yapış, insanı dibe çeker. Ne düşünsen eline, üstüne bulaşır. Gündüz düşündüklerin ne kadar mantıklı olsa da, hepsi geceleri domino taşları gibi yıkılır kilometrelerce. Yatsan uyuyamazsın, birşey yapmaya kalksan tat alamazsın, ağlasan kanamazsın. Katran gibi sarar insanı, yapış yapış, gece. Çareler uzak görünür, sen ise koskoca evrende bir hiçsindir. Her yerin sızlar, yatarsın.. sabah olur, neyse ki güneş doğar. Dönersin kendine. Ne kabus geceydi dersin. Gündüz kolay geçer, günışığı oynaşır her yerde, insanlar telaşla yapacakları birşeyler varmış gibi, bunlar çok mühimmiş gibi, dünyayı kendileri döndürüyormuş gibi oradan oraya gider gelirler, bakarsın. Ayrıklığın ayrıcalık değildir, bilirsin. İşte şimdiki gibi, kafede burnunun ucu kırmızı, yaşlı gözlerle otururken olduğu gibi. Saate bakıyorsun, öğle tatili bitmek üzere, kalkıp hesabı ödeyip yürüyorsun. Hala aklında düşündüklerin, ayakkabılarının ucuna bakarak yürüyorsun. Hafif yağmur atıştırıyor, yollar ıslak, karşıdan son hızla gelip köşeyi durmadan dönmeye niyetlenmiş bir arabayı farketmiyorsun. Son duyduğun bir fren ve çarpma sesi, son hissettiğinse içinin nihayet boşaldığı ve artık acı duymadığın oluyor. Arabadan telaşla fırlayan adamın yere attığı sigarayı, yanına çömelip elleri başının arasında ağlamaya başladığını da görmüyorsun, çünkü sen o sırada beyaz ışıklarla yıkanıyorsun.
18 yorum:
Müthiş !
Sen gerçek bir yazarsın, bu yapıtın karşısında saygıyla eğiliyorum...
Kıskandım yahu
"Hadi be. Gündüz herşey kolay, sen geceden haber ver. Bazen katran gibi sarar insanı, yapış yapış, insanı dibe çeker. Ne düşünsen eline, üstüne bulaşır. Gündüz düşündüklerin ne kadar mantıklı olsa da, hepsi geceleri domino taşları gibi yıkılır kilometrelerce. Yatsan uyuyamazsın, birşey yapmaya kalksan tat alamazsın, ağlasan kanamazsın. Katran gibi sarar insanı, yapış yapış, gece. Çareler uzak görünür, sen ise koskoca evrende bir hiçsindir. Her yerin sızlar, yatarsın.. sabah olur, neyse ki güneş doğar. Dönersin kendine. Ne kabus geceydi dersin. Gündüz kolay geçer, günışığı oynaşır her yerde, insanlar telaşla yapacakları birşeyler varmış gibi, bunlar çok mühimmiş gibi, dünyayı kendileri döndürüyormuş gibi oradan oraya gider gelirler, bakarsın. Ayrıklığın ayrıcalık değildir, bilirsin." Ne kadar güçlü ifadeler. Sımsıkı tutup bırakmıyor! anlatımını seviyorum kalemine sağlık!
Ne biçim yazmışsın öyle Gülçin, ölesim geldi.. Beyaz ışıklarla yıkanmak ha.. Uff..
Gecenin korkunçluğuna ise katılıyorum..
Bırrrr..
Süpersin süper..
sevgli witness,
beni mahcup ediyorsun doğrusu. ben de senin yazılarını özlüyorum.
sevgili melih,
sana da teşekkür ederim, sondaki beyaz ışıklar senin yazından aldığım ilhamla geldi, sağolasın.
sevgili talis,
korkunç geceler yazma konusunda zorlanmayız sanırım ikimiz de :) sen de süpersin.
sevgili vladimir,
ya bak yüzüncü yazı oluverdi. yüzüncü yazıyla bir değişiklik yapayım istemiştim. eşyaların ise bence ayrı bir hayatı var :)
sevgiler
Harika bir kurgu. Kalemine sağlık mı denir bilmem ki! Demiş olalım efendim. İçim cız etti, ne yalan söyleyeyim.
Ama eşyalar da hareket ediyor sanki. :)
Nice yüzlere inşallah...
Rüya mıydı?Sanmam.Biliyorsun farklı ötekilerden..Yorumsuz...
Gülçin'ciğim, bilirsin 'kırmızı defter' yazılarını özellikle çok severim, ama bu çok çok farklı olmuş. Duyguları kelimelere dökmüş, onlara adeta dans ettirmişsin. 'Katran gibi saran geceyi' nasıl anlatmışsın öyle. Eline, sözcüklerine, yüreğine sağlık. Sevgiler
nice nice yüzlere gülçin,akşamüstü keyif sürprizi oldu bu yazı. çok güzel. ışıklarla yıkanmak en güzel ifadesi o soğuk bitişin.
sevgiler.
tek kelâm; Uçurdu..
Sevgili Gülçin,
Bilgisayarım, salondan benim çalışma odama terfi ettiği için, şimdi bağladım ve okudum.
Öykün için söyleyecek bir söz var, "Mükemmel".....Ama, benim Lale adlı öykümü okuyanların hissettiklerini anladım. İnsan, başarılı yazılmış bir öyküyü okurken, kahramanları ile bütünleşiyor, ve onların duygularını duymaya başlıyor. Dolayısı ile onlarla üzülüp onlarla seviniyor. Ama böyle sonlar, gerçek hayatta olduğuna göre öykülerde de olmalı diye düşünüyorum. Sonuç olarak seni tebrik etmek bana büyük mutluluk verdi.
Sevgiler.
Bir solukta okudum; hüzünlendim.
Çok beğendim. Nice 100 yazı olsun, böyle.
:)
Bu üçlü ilişkiler beni hep üzer.
Hiçbiri mutlu sona ulaşamaz çünkü. Mutlaka birisi, bazen ikisi, hatta
üçü de acı çeker. Ve bu acılar, bile bile yaşanır.
Senin öykünde adı geçmese de eş de acı çekmiş olmalı. Ve bu çekilen acıları çok etkili anlatmışsın. Kutlarım seni. Sevgiler
sevgili egemavisi,
içinizi cız ettirmeyecek öykülerimiz de olacak inşallah :)
sevgili hep,
sağolasın, rüya mıydı? sanmam.
sevgili sem,
çok teşekkürler, acayip oldu değil mi katran gece. bırrr hakikaten de. gecelerimiz kadife gibi olsun, katranlar uzak dursun. amin.
sevgili elektra,
keyif aldıysan en mutlu bana. teşekkürler.
sevgili abi,
çok teşekkür ederim (iyi bişey dedin değil mi dermişim :)))
sevgili degree,
evet hayatta da oluyor böyle şeyler, gazetede okuyup geçtiğimiz her ölümün arkasında ne hikayeler var kimbilir. teşekkürler.
sevgili ekmekçikız,
hepimize nice 100'lere olsun :)
sevgili teyzem,
hak vermek için değil, anlamak için; insan belki sonunu bilse de, kendisininki farklı olacaktır diye başlıyordur. teşekkürler.
sevgiler
bi solukta okunan müthiş bi hikaye bu.hüzünlü, çarpıcı, alıp götüren bisürü şeye... ve yüzüncü yazıya da çok yakışmış.
daha ne hikayeler vardır kimbilir kırmızı defterinde, bu diliyle kar yakalayan yaramaz hatunun:))
merakla bekliyoruz...
nice 100'üncü yazılara...
sevgiler...
selam. bloğunuza sem'in sayfasından ulaştım. önceki birkaç yazınızı okumuştum ama bu çok çarpıcı, çok gerçek... acaba siz katran gecelerimizde bizleri mi ziliyosunuz diye kuşku düştü içime :))) bundan sonraki yazılarınızı sabırsızlıkla beklicem, harikasınız...
bu nasil bir sey ya?
sen nasil bir seysin?
hay benim cee ee mi atlayan programlamami neyedeyim..
kizim aynen!
son hizla!
devam...
soguk nefesin yeni eserlerini gormek icin ensende olacak.
Eline sağlık Gülçin.
Çok güzel demek yeterli değil.
Ne yazarsan yaz aklıma hep "Yüzüncü" yazın gelecek.
Sevgiler...
Yorum Gönder