.

.

6 Ocak 2008 Pazar

"koç"um benim


dün yaratıcılık seminerimizde öncekilere hiç benzemeyen çok farklı bir deneyim yaşadık. konuşmacımız bir yaşam koçu olan Nazlı Çetinok Arun'du. olumlu enerjisi üzerinden buğu gibi yayılan Nazlı hanım, bize hayatının seyrini ve koçluğu anlattı. koçluk (coaching) kavramı ülkemizde 3-5 yıldır konuşulmaya başlanmış yeni bir kavram. daha önce bu konuda çeşitli makale ve kitaplar okumuş olmama rağmen, bir koçluk programına katılmışlığım ya da bir "koç"la tanışmışlığım yoktu. gerçi Nazlı ile tanışınca, bir "koç" olduğunu söyleyince sevgili Vladimir'in devirdiklerine benzer bir çamı ben de ona "vay koçum benim" diyerek yaptım. dakika bir gol bir. hay Allah, utandım gene şimdi. neyse, Nazlı buna aldırmadı, güldü hatta (belki onun da içinden benzer şeyler geçmişti ilk duyduğunda ya da alışıktı). iki saat boyunca bize radyocu bir ailede büyümekten, üniversitede okuduğu Rehberlik/Psikolojik Danışmanlık bölümünden ve üniversite dergisinde yaptığı gazetecilik çalışmalarından, sonra bir bankanın eğitim biriminde 3 yıl uzman olarak çalışmaktan, ardından bir kız-bir erkek ikiz çocuk annesi olmaktan (onların doğumunu anlatırken ellerini iki yana açıp "yaşasın, işte benim kankalarım geldi artık yalnız değilim diye düşündüm" demesi beni çok etkiledi, hiç böyle bir annelik tarifi duymamıştım doğrusu, ama çok hoştu), evde gene bağımsız olarak dergi ve gazetelere yazı yazmaktan, sonra reklam yönetmeni olan ikinci eşiyle tanışması (Özdemir Asaf üzerine hazırlaması gereken bir yazı için onun oğluyla konuşması gerekiyormuş, Olgun Arun) ve onunla evlenmesinden, ardından eşinin ilk uzun soluklu çalışması olan Tramvay filminin düşünce aşamasından bitim aşamasına kadar her aşamasında yanında ve içinde yer aldığı sinema filminden ve sinemacılıktan (burada onun yaptığı gibi, bu ülkede bu sektörde emek veren herkese saygılarımızı yollayalım), sonra koçluktan ve şimdi yaptığı işin özelliklerinden bahsetti.


biri hayatta yaptığı şeylere bakıp "maymun iştahlılık mı bu" dedi, o da "hayatınız için yaptığınız şeylerde belki maymun iştahlı olmak iyidir, sonunda neyin sizi en mutlu ettiğini bulmanız için" diye cevap verdi. ardından herkesin kendinde bir armağan ile doğduğundan, ama bunu bulmaya ve işlemeye fırsat bulamadığından konuştuk. sahi neydi acaba benim armağanım? öyle ya, herkesin herşeyi en iyi yaptığı bir dünya olamaz, öyle değil mi? bize sahip olunması doğal gelen ve herkeste olduğunu düşündüğümüz, çok kolay olduğunu sandığımız bir takım şeylerin aslında bazıları için ne kadar zorlayıcı olduğunu farkettiğiniz olmadı mı? hala geç değil, nefes alıyorsak bitmemiştir, düşünelim bakalım armağanımız nedir, onunla ilgili neler yaptık bugüne kadar?


koçluk ise, bir psikiyatr ya da psikologtan, bir terapistten farklı olarak, geçmişe yönelik çözümlemeler yapmak yerine, bugünkü sorunlara ve geleceğe yönelik bir iş. karşısına "hasta" değil "müşteri" olarak gelen kişinin anlattığı sorun veya durumlara ayna tutan biri. herhangi bir tavsiyesi ya da yönlendirmesi yok, sadece kişinin kendi içinde sorunu ile beraber varolduğunu bildiği çözümleri onda açığa çıkarmaya yönelik bir iş. bu işi yapmaktan çok zevk aldığını söylüyor, çok iyi bir dinleyici olup tam yerinde en doğru soruları yöneltebilmenin öneminden bahsediyor. kişinin geçmişte takıldığını belki farketmiş belki farketmemiş olduğu olaylara başka bir gözle bakmaya yardımcı olduğunu anlatıyor, tamamen bir hayata bakış değişimi yani. bu dönüşüme de kişinin kendi değerinin bilincine vararak ulaşabildiğini ekliyor. tekrarlanan her şeyin 18 gün boyunca yapılması halinde alışkanlık haline gelebileceğinden bahsediyor.


konuşma sonrası şaşılacak şekilde iyi hissediyorum kendimi, bu konuşmaya birlikte katıldığımız sem'le dönüş yolunda onun anlattıklarından konuşuyoruz. "her eve bir koç lazım" diye bağlıyoruz :) kadıköy'e gidip çiya'da lahmacun, zahter salatası ve topik yiyoruz.


bu arada bizim yaratıcılık semineri haftaya bitiyor, çok üzülüyorum. üç aydır her haftasonu böyle değişik deneyimler yaşamak çok iyi gelmişti doğrusu.

5 yorum:

Sem dedi ki...

Koç'unu sevsinler senin Gülçin'ciğim:)) Ne güzel özetlemişsin öyle. Benim için de gerçekten çok enerji veren, düşündürücü bir gün oldu:) Teşekkürler ve 'armağan'larını hala bulamamış olanlarımızın 2008'de bulabilmesi dileğiyle:))

Sevgiler

hep dedi ki...

Böyle bir koçu kadrolu olarak,7x24 yanıma almak istiyorum,bana çok pahalıya patlar mı ki:))

Unknown dedi ki...

pek güzel bir gün geçirmişsiniz valla, ne hoş.annelik tarifini de pek bi beğendim.
ama benim şuan en çok çiya'da lahmacun,zahter salatası ve topik ilgimi çekti(karnım zil çalıyo)
kaçayım ben,lahmacun olmasa da koca bi tabak salata yapayım. hem kankam da gelecek birazdan:))

sevgiler...

Ori dedi ki...

Bence, senden çok daha iyi Yaşam Koçu olur.

sofi dedi ki...

Gülçincim, Ori'nin düşüncesine katılıyorum.Yaşam koçlarına ihtiyacımız var, eğer yıllar öncesi böyle biri olsaydı hayatımda herşey farklı olabilirdi, onun verdiği deneyimle insanları dinlerim ve doğru yönlendirmeye, olaylara birçok pencereden bakmalarını sağlamaya ve pozitif yaklaşmaya çok dikkat ederim.Aslında her ailenin kendi içinden bir yaşam koçu olmalı, kişiyi iyi tanıyan, akıllı, sağduyulu, tecrübeli, hoşgörülü, motive eden, yine çok yazdım, kucak dolusu sevgiler...