Ankara'ya giderken ve dönerken otobüste film gösterdiler. giderken melekler şehri (güzelim city of angels)'ni gösterdiklerinde uyanıktım, molasız bir yolculuk olduğundan diğerini hayal meyal gördüm şimdi hatırlamıyorum. dönüşte ise cin gibiydim. elime aldığım Sabahattin Ali'nin İçimizdeki Şeytan kitabını okumaya niyetliydim, ama film başlarken bir baktım Kate Winslet, Jude Law, Cameron Diaz isimleri akıyor jenerikte, koydum kitabı yana, iki buçuk saatmiş film, hiç ilgim dağılmadan seyrettim, bitince mola oldu hahayt. filmin adı Holiday (Tatil). 2006 yapımı bir film. hanımlar, lütfen not alın, bir kış gecesi, üzerinizde battaniye, elinizde kahveniz, kanepeye yayılıp seyredip eğlenebileceğiniz bir film.
"Film fragmanları üreten bir reklamcılık firmasının sahibi olan Amanda Woods (Cameron Diaz), Güney Kaliforniya’da yaşamaktadır (meslek konusunda yaratıcılık nasıl ama). Londra’da yayınlanan Daily Telegraph gazetesinin popüler evlendirme köşesine yazılar yazan Iris Simpkins (Kate Winslet) ise, yaşamını İngiltere’nin kırsal kesimindeki çok şirin bir kır evinde sürdürmektedir. Iris ile Amanda birbirlerinden 6.000 km. uzakta yaşadığı halde duygusal açıdan aynı konumdadırlar (yaşasın kızkardeşlik!). Noel’in hemen öncesinde ikisi de erkek arkadaşlarını yaşamlarından bir süreliğine çıkartmaya karar vermiştir. Kısacası ikisi de nostaljik Noel şarkıları söyleyecek havada değildirler. Noel tatilinde şehirden uzaklaşmak isteyen Amanda, karşılıklı ev değişimi konusunda uzmanlaşmış bir internet sitesine girdiğinde sorunlarının mükemmel panzehirini Iris’in İngiltere’deki kır evinde bulur. Bunun üzerine Amanda ile Iris arasındaki yazışmalar, iki haftalığına karşılıklı olarak birbirinin evine taşınmak için anlaşmayla sonuçlanır.Mevsimlik Santa Ana rüzgarlarıyla ısınan ılık bir kış gününde Los Angeles’a inen Iris, Amanda’nın evine taşınır. Çok geçmeden de Hollywood’un Altın Çağı’nın ünlü senaryo yazarı Arthur (Eli Wallach) ve Amanda’nın eski erkek arkadaşıyla beraber çalışan film müziği bestecisi Miles (Jack Black) ile arkadaş olur.Öte yandan Iris’in karlarla kaplı kır evine yerleşen Amanda da, uzun süredir özlemini çektiği tek başınalığın sıcaklığına kavuşmuştur. Ancak Iris’in yakışıklı erkek kardeşi Graham’ın (Jude Law) evin kapısını tıklatmasıyla (çok sarhoş ve tuvalet ihtiyacı içinde) olayın rengi değişmeye başlar. Beklenmedik gelişmelerin ard arda gelmesiyle iki kadın da en iyi yolculukların bagajların geride bırakıldığı noktada başladığını keşfedeceklerdir. "
niye seyrettim ki bu romantik filmi, ben de aslında hiç romantik film modunda değildim. neredeyse ağlayacaktım bazı sahnelerde. ağlamadım ama. ancak, sanırım filmin büyük bölümünde suratımda bir sırıtma vardı. hoşuma gitti, jude law ile cameron diaz pek güzeldi, kate winslet çok doğaldı, jack black ise her an bir zıpırlık yapacakmış gibiydi. kate'in yaşlı senaryo yazarıyla arkadaşlığı da çok hoştu. tam mevsime göre, neşeli bir filmdi yani.
Meraklısına not: filmin konusunu içeren paragrafı buradan aldım, parantez içi yorumlar bana ait :)
Meraklısına bir not daha: mola sonrası da The Queen isimli filmi gösterdiler, hani İngiltere kraliçesi II.Elizabeth'in Prenses Diana'nın ölümünden sonraki bir haftada yaşadıkları. Helen Mirren bu filmdeki rolüyle Oscar almıştı. Daha önce izlememe rağmen, gene seyrettim bu filmi de. Tony Blair'i oynayan adam (Michael Sheen) pek komikti, hakikaten Blair'e benziyordu, ama asıl komiği Bayan Blair'di -hem kraliyet karşıtı hem de bir başbakan eşi olmak zor iş tabii-. izlemediyseniz bu filme de bir şans verebilirsiniz.
12 yorum:
romantik aşk filmi deyince, ben de message in a bottle (ki 1999 yapımıdır) filminin alt yazı işleri ile uğraşıyom.. dvd'si vardı ama altyazısı yoktu.. Onunla uğraşırken, konusunu, özellikle müziklerini çok sevdiğimi hatırlayıp bir daha seyrettim.. Bir daha seyretmeye de karar verdim.. Belki daha sonra bir kaç defa daha da seyrebilirim.. O kadar yani..
Hoşgelmişin bu arada..:)
Sabah evde bir afiş dikkatimi çekti, "children of men" sineam dergisi geçen sene vermiş, arkasına baktım arkayı senin anlattığın ilk filmin afişine ayırmışlar. Geldim senin yazını okudum tesadüfün daniskası. Romantik filmlerin piri, "sleepless in Seatle" yani türkçesi, "sevginin bağladıkları" dır benim için, intikam filmlerinin şahı da "the sleepers" türkçe ismi ile "kardeş gibiydiler". İngilizceyi sökmeye çalışan bir kişinin bu iki film adı ve türkçesi ile nasıl cebelleşeciğini var sen tasavvur et artık.
Ben de bayramda epeydir seyretmeyi ertelediğim david lynch filmi "inland empire" a zaman ayırabildim nihayet, üç satlik bir kabus düştü üzerime sanki, seyrettikten sonra da zihni meşgul eden bir film.
Selam,
Geçenlerde elime çok eski bir filmin VCD si geçti. Önce küf kokan bir şey dedim, ama sonra çok, çok beğendim. Yazmadan geçemeyeceğim. "Marsilya aşıkları"
Maurice Chevalier, Charles Boyer, Leslie Caron, Horst Boucholds başrolde. O zamanın yaşamını yansıtıyor ama gerçekten güzel. Hele Maurice Chevalier resmen döktürmüş. Yazmıyordu ama, sanırım 1960 ların başları ya da ortalarında çekilmiş.
Şimdi senin yazdığın filmlerin DVD sini amazon'da aratıyorum.
Blogger olmamda gösterdiğin yardımseverlik için teşekkürler,
Sevgiler.
Yasemin.
Sevgili Gülçin,
Holiday'in çok yerde konuşulduğuna tanık oldum. Enteresan bir film heralde.
Ama Yasemin kardeşimizin o sözünü ettiği filmi ben sinemada iki kere görmüştüm (ikincisinde grup halinde gitmiştik) gerçekten de çok güzel ve bu gün bile güncelliğini yitirmemiş konusu olan bir film.
Sevgiler.
sen hanımlara pas at istediğin kadar ve hatta gizli ne gizlisi aleni ayrımcılık yap:P ama gel gör ki daha çok erkekler ilgi gösterdi romantik filmine. (bir peeh daha:) kahve yerine çay, battaniyeye zaten gerenk yok kanepe yahut koltuk yahut ayaklar ileriye,yukarıya,çapraz fora biz de izlerük yani.
testereyi benim gibi inat edip hala izlememiş olan varsa birincisini izlesin mutlaka. çok romantik :)
sevgili abi,
message in a bottle demek. hmm. bu film kevin costner'in yakışıklı günlerine denk gelen bir filmdi, değil mi? rastlarsam izleyeceğim.
hoşbuldum bu arada:))
sevgili vlad,
sleepless in seatle gerçekten hoş bir filmdir. romantik komedilerin taçsız kraliçesi meg ryan'ın bu alandaki ilk filmlerinden. sonra addicted to love (matthew broderick ile), french kiss (kevin kline ile), when harry met sally (billy crystal ile) ve you've got mail (tom hanks ile) gelmişti. şimdi bunların isimlerini yazarken bile gülümsüyorum. hakikaten hepsini de severim yahu. ayıramadım birden. ama harry ile sally'nin bende yeri ayrıdır :)
sevgili yasemin,
eski filmlerin de inceliği, duyarlılığı başkadır gerçekten. şimdi beğendiğimiz bir sürü filmin eski bir çekimin yeni çevrimi olduğunu öğrenmek ilginç oluyor bazen.
sevgili degree,
hay allah, marsilya aşıkları değil mi? ben de merak ettim şimdi. ama adı bile hülyalara salıyor insanı. hem marsilya (ses uyumu açısından çok hoş bir tınısı var) hem aşıklar.. arayayım bakayım.
sevgili rehavi,
hanımlar herhalde daha okumadılar, yoksa beylerin bu romantikliğine ben de şaşırrrdım :))
sevgiler
Gülçin, romantik filmlere bayılırım, içim ısınır, mutlu mutlu bakarım, benim çocuklara göre ismi annemlik filmdir.Kadınsız filmde hiç sevmem bu arada bana çok renksiz ve soğuk gelirler, erkekler darılmasın ama napıyım öyle hissediyorum, ohh iyiki varız.Sevgiler...
İnsanın içini kıyan, gözyaşlarına boğan, romantik filmler yerine daha kitesel kıyım filmleri gösterilmeli toplu taşıma araçlarında.
Hem şöförü de uyku tutmaz)
Sevgili Rehavi,
Ben zaten hanımların daha mantıklı ve uzağı görüşlü olduklarını, erkeklerin ise daha duygusal ve çabuk karar vererek daha yanlış işler yaptıkları, yani, hanımların hayatta daha başarılı olduklarını her zaman kabul etmişimdir.
Yani sana katılıyorum.
Sevgili Sofi,
Sana ayrıca yorum yazdım ama, burada da yazmadan geçemeyeceğim.
Hiç bir erkek, kadınların olmadığı bir dünyada yaşamayı düşünemez bile. Yani, tabiiki iyiki varsınız. Hanımlar, beylerin baş tacıdır, böyle biline....
Sevgiler.
Ah Gülçin Holiday'i izleyesim geldi, bir de tatile gidesim, uzaklara çok uzaklara. Bir zamanlar Casablanca'nın videosu vardı bende, ne zaman hasta olup evde kalsam, battaniyenin altına girer onu izler, iyileşirdim:)) Bir de Sleepless in Seatle vardı aynı etkiyi yapan. İkisinde de 'As time goes by' şarkısı vardır birde:))
Sevgiler
evet, kevin on yaş daha gençken filan..
ama beni etkileyen tarafı (dediğim gibi müziklerinin yanı sıra) sonunda erkeğin kadını çok severken ölüyor oluşudur..
Tutkusu uğruna ölüyor oluşudur..
Intersection'da da Richard Gere'ın ölmesi, My Life'ta da Michael Keaton'ın ölmesi etkilemiştir beni.
Sonra konusu aynı olmasa da, Anthony Hopkins'in kızının mutluluğunu gördükten sonra, Ölüme yürürken basamakları ikişer ikişer çıkması da etkilemiştir beni Meet Joe Black'te..
işte eele..
Gülçin..
(yaşasın kızkardeşlik)..
timing de süper, o yıl ki, bu zaman..
Ne dersin..???
:::))))))
Yorum Gönder