.

.

26 Kasım 2007 Pazartesi

kişisel notlar

Mimlendim, sobelendim, hadi bunlar neyse ama ben oyuna çağırıldım yahu! Katılmamak olur mu?? Sevgili Gulteinen beni oyuna (haylazlığa) çağırıyor, kapının önünde oynayacağız anne bak valla uzaklara gitmeyeceğiz, söz. Hem sen çağırdığında hemen geleceğim ben, az daha demeyeceğim, gideyim ha oyuna?

Ben küçükken de yazardım. Bir sürü defterim vardı resimler çizdiğim, konuştururdum çizdiğim tipleri, kimbilir ne oldu o defterler. Bir ara kahraman isimleri yabancı olan hikayeler yazmaya kalktığımı hatırlıyorum, afacan beşler, gizli yediler filan gibi. Sonra büyüdüm, şiire sardırdım, her 3 Türk’ten dördünün şair olduğu bir ülkede normaldir. Pek kimselere göstermedim şiirlerimi, bir Sunay’a gösterdim, bir de bir arkadaş web sayfasında yayınlamıştı. Sonra da 4-5 yıl aralıklarla süren bir günce dönemim oldu. Derken, aynı şeyleri döne döne yazmaktan sıkıldım bıraktım yazmayı. Taa ki bir gün Vladimir “hadi sen de netlarus’a gel bak çok güzel” diyene kadar.. o gün bugündür yazıyorum gene işte. Çıkını bağladım sopanın ucuna, sopayı vurdum sırtıma, dere tepe düz gidiyorum, bir bakıyorum arkama, bir arpa boyu yol gitmişim...

Ben aslında sanatla uğraşmalıydım. Tiyatroya eğilmeliydim mesela, lise yıllarında çalışmıştım bir ara. Üniversite sınavlarına girme arifesinde bıraktım. Hadi onu ıskaladım, yazı yazabileceğim bir işe girmeliydim. Hayatta en imrendiğim insanlar sevdikleri işi eğlenerek yapıp para kazananlar. Gezi yazarları misal. Hem gez, hem fotograf çek, hem yaz, hem anlat... Hadi bunlar olmadı, eğitimcilikte kalmalıydım ben, eğitimcilikte de bunların hepsi var.

İlk kopyam konusunda daha önce yazmıştım sanırım, kimya sınavında aspirinin formülünü yanımdaki haylaz öğrenci Sami elime tutuşturuvermişti. ben ne yapacağımı bilmezken öğretmen sanki anlamış gibi gelmişti, azıma atmıştım kağıdı, Sami ağzının içinden söylenmişti, küfür de etmiş olabilir, bilmiyorum. aspirinin formülün yiyen ilk Türk olarak tarihe geçtiydim o zaman sanırım.

Cep telefonum artık cüzdanımdan daha önemli. Ayrı bir telefon rehberim yok, herkesin numarası orada kayıtlı. Bodrum’da tatildeyken sırt çantamdan çalmışlardı telefonumu, yalnızdım üstelik. Ezbere bildiğim tüm numaraların kendi numaralarım olduğunu farketmiştim acıyla. Ne oldu sonra? Hiiiiiç, ders almadım, hala ayrı bir telefon rehberim yok ama Turkcell sitesinde rehberimi yedekledim, tavsiye olunur.

En saçma huyum deyince durup düşünüyorum. Yastık denince uykumun gelmesi mi desem, yoksa Gulteinen gibi su içsem yarıyor durumundan mı bahsetsem, bir kitaba/albüme/filme kafayı taktıysam ve internet sitelerinde "tükendi" ibaresini gördüysem onu bulana kadar rahat etmeyip mutlaka bulana kadar uğraşmaktan mı, yoksa Trabzon'a gittiğim akşam konuşmamın değişip koyu bir aksanla konuşmaya başlamaktan mı?

Aşk bence insana yaşadığını hissettiren, evrende var olduğunu hatırlatan, olumlu enerji veren bir duygu. Aşk, Amelie'nin film müzikleri, gıcır gıcır meyva tezgahları, uçsuz bucaksız gibi görünen yemyeşil bir çayırda soluksuz kalana kadar koşup kendini çimenlere atıp kahkahalarla gülmek. O ilk haliyle kalmıyor tabii, bu kadar enerjiye bünye mi dayanır? Kalmıyor derken (kimi toz olup havaya karışıyor bu heyecanların, onlar ayrı), kimi sevgiye dönüşüyor, kalp çarpıntısı hafifliyor ama gözlerde o pırıltı kaldığı sürece aşk var bence. Birlikte geçirilen günlerin, paylaşılan şeylerin zenginleştirdiği bir yolculuk aşk. Uzun uzun anlatımlara gerek duyulmayan; bir bakışın, bir sözcüğün, bir dokunuşun kendinizi ifade etmeye yeterli olduğu bir konfor. O yanında yokken onu hatırladığında içinin ısınması.

Benim en sevdiğim bloglar sorusu biraz enteresan olmuş. Daldan dala dolaştığım, favoriler arasında kayıtladığım herhalde 50-60 tane blog vardır. Boş vakit buldukça gün içinde daldan dala konmaktayım. Ama bazılarına günde birkaç kez girip baktığım da var, hele tanıdıklarımın bloglarına daha bile çok belki-onlara verilen yorumları takip anlamında da hafiyelik etmişliğim var (bu da saçma bir huy sayılabilir mi) onlar da yandaki sütunda var zaten.

Gelelim topu kime atıp oyuna çağıracağıma... İstop oynardık eskiden, şimdiki çocukların istopu kaldı mı emin değilim, attım topu havaya ve diyorum ki: hadi bakalım bakalım, ülker hanım, elektra hanımcığım ve neolitik hanım, buyrun bakalım :)
Meraklısına not: Yukarıdaki resim Trabzon'da Boztepe'deki iftar topunun yanında çekilmiştir.

8 yorum:

Ori dedi ki...

Sevgili Gülçin,
iftar topunu görünce ramazan geri mi geldi dedim:)) Yok, ne ramazanı kesin Fenerbahçe için bir yazı olmalı dedim:))
Sobe deyince uyandım tabi, oyuna çağırana seslenen bir nakarat vardı "Abdıraman, Abdıraman annem evde oynıyamamm" bunu da anımsadım ilk anda. Neyse ben fazla uzatmıyayım:) Şu kopya olayında senin anlattığına çok benzer bir şey yaşamıştım. Anlatayım mı? Ehh, buraya kısmetmiş:))
Kimyadan yazılı vardı. Yazılıyı iptal edip sözlü yaptı hocamız. Tek gönüllü de ben! İyi de bir not almıştım. Sonraki hafta yazılı olunacak. Nedense kopya çekenlerin etkisinde kalmış "Kopya çekip milli olacağım" derdine düşmüştüm o vakit. Çok iyi bildiğim çimento formülünü küçük bir kağıda yazıp sınav anında elime almıştım. Aldım ama gözümü hocamın gözünden ayırmam ne mümkün:))
Haa, seninle ilgili bir bildiğim var burada herkesle paylaşmalıyım; Sen, benim tanıdığım en iyi eğitimcilerden birisin, Gülçin.
Sevgiler...

Sem dedi ki...

Gülçin'ciğim Ori'yide sobeleseydin keşke, sanki daha yazacakları var gibi:)))

Harika bir gezi yazarı olabileceğini görüyorum. Bu zevkli iş için geç kalmış değilsin bence. Katmandu yolculuğundan başlayabilirsin mesela:)) Aşk konusunda da ne güzel şeyler yazmışsın öyle.

Ülker Yıldırımcan dedi ki...

Yazdım ben de..

Vladimir dedi ki...

Umarım iftar vakti gitmedin o topun yanına, uzaktan hoş gelen bu ses yakından kimbilir ne denli nahoş olabilir. Allahım sen koru bizleri yakından gelen top sesinden.

O defterleri bulmaya çalıştın mı hiç?

hep dedi ki...

Sevgili Gülçin,temel olarak bu nasıl bir oyun,kaç başlık var ve başlıklar neler, çok da belli olmamakla beraber,sonuç olarak ortaya geniş kapsamlı samimi bir itiraf bütünü çıkmış gibi.Oysa bana sorarsan aşk nedir başlığı bile yalnız başına koskoca bir mim mi,oyun mu neyse onun konusu olabilirdi..Sahi bunları kim belirliyo,mim konularını tesbit komisyonu filan mı var mecliste:))

Dedim ya,içerik o kadar geniş ki hangi birine yorum yazayım bilmiyorum.Buraya yazılanların her birine yorum yapılmalı mı onu da çözemedim gerçi ya..Yine de ben şu meslek seçimi ile ilgili konuda yorumsuz kalmayayım; bence karnını doyurabileceğin bir işin olduğu için şanslısın..İşini severek yapan hele de işi yazmak olan,gerçek sanatçıların bu işten para kazandığı pek görülmez bu ülkede bilirsin:)

Ha bi de en çok sevdiğin blog benimki tabi,biliyorum ötekilere ayıp olmasın diye yazamadın:)))))
Sevgiler

sofi dedi ki...

Yazarlığın okulu yok, ben diplomasında yazar diye yazan birine hiç rastlamadım, bu payeyi veren okuyuculardır ve sen bana göre iyi bir yazarsın, gözlemlerin, bunları gülümseterek, düşündürterek ifade edişin, akıcılığın, tahlillerin, bilgiyi sunuşun, yaşama sevincin,güçlü duruşun satırlardan okunuyor.Gülçin, iyiki bloglar var, düşünsene 50 yıl önce yaşasaydık ve yazdıklarımızı kadınlar gününde elimizdeki kağıttan okusaydık, ne derlerdi bize!

GULTEINEN ENKELINI dedi ki...

Gulcincim, tesekkur ederim samimi itiraflarin icin..
Cok hoz kaleme almissin; resmine de bayildim.
Eylemlerim devam edecek..
niha niha niah:)))

ABİ dedi ki...

Sami'nin aşağı yukarı ne dediğini tahmin ediyorum ama ilaç formulü yiyen ilk Türk olmana çok güldüm harbiden..:::)))