Sevgili Ekmekçikız geçen gün gecelere akmak diye bir yazı yazmış, pek eğlenceliydi. Benim de aklıma gecelere akmak deyince yaşadığım bir olay geldi.
Sene 2002. eski işyerinde şube yöneticisiyim. Orada şube yöneticilerine her yıl nisan ayında şube performansı oranında bir çek verilirdi, yönetici/yöneticilerin de bu çekin bir kısmı ile şube performansını sağlayan çalışanlarına bir yemek ısmarlaması ya da benzeri bir organizasyon yapması adettendi. Ben çalışma arkadaşlarıma sordum, “nereye gidelim siz seçin” diye. Bunlar aralarında konuşmuşlar, anlaşmışlar, geldiler ve dediler ki “biz Fatih Ürek’e gitmek istiyoruz”. Haydaaa. İyi de, o zaman Fatih efendi Maçka’da Zevk-i Sefa’da çıkıyor, nasıl gideriz, evleriniz çok uzak, gece uzun filan. Ayarlarız dediler, peki dedim ben de. Zilli Shakira kemerleri hazırlandı, evlere servis yapacak minibüs ayarlandı, rezervasyonlar yapıldı, bir cumartesi akşamı biz hazırlandık, işyerinin önünden minibüse binip yola çıktık. Çocuklar nasıl mutlu, nasıl şen, laylaylom Zevk-i Sefa’nın önüne geldik. Millet Jaguar’larla Mercedes’lerle geliyor biz minibüsten iniyoruz, üstelik in in bitmiyoruz. Neyse, girdik içeriye, en ön masayı hazırlatmışlar bize, geçtik oturduk. Program başladı, önce tanınmamış bir popçu (şimdi Murat Boz olabilir gibi geldi bana), sonra Mezdeke Grubu derken hava ısındı, bizimkiler de. Sandalyeleri arkaya itip masanın başında kalktılar oynuyorlar. Birden ortalık karıştı. Meğer o akşam Galatasaray’ın maçı varmış ve şampiyon olmuşlar, kutlamaya da Fatih Ürek’e gelmeleri tutmasın mı? İçeriye hem futbolcular hem onlar kadar kalabalık kameralı mikrofonlu gazeteciler doluşuverdi. Zaten sıkışık bir yer, yanımıza hemen bir masa sığıştırdılar, iyice hıngırhışık bir yer oldu. Ama program tam hızıyla devam ediyor, Fatih Ürek çıktı, sevinç çığlıkları attı sonra meşhuuur yılan dansı, kameralar kayıtta, bizimkiler sandalyelerin üstünde oynuyorlar, futbolcuları çeken her kamera bizi de alıyor ister istemez, önce yüzümü ellerimle sakladım sonra baktım ki battı balık yan gider. Futbolcuları Fatih Ürek sahneye çıkartıp oynattı filan, derken birden ortalık karardı ve bir “hepi börtdey” müziği çalmaya başladı bangır bangır, kim ne demeye kalmadı bir baktım benim için hazırlanmış bir pasta, minibüste saklaya saklaya getirmişler fark etmemişim, Nisan sonu benim doğumgünüm, Fatih Ürek sahneden “ay kimin doğumgünü, ben de pasta istiyoruuum” diye bağırıyor. Pasta masamıza geldi, tüm kulüp alkışlıyor bize bakıyor filan, ben yerde delik arıyorum, bulsam girip kaçacağım. Fatih Ürek bu esnada göbeğini hoplata hoplata koşarak masaya geldi, “senin doğumgünün mü ay öpücem” dedi. Öpme diyorum ama gürültüden duyulmuyor, öptü beni. Öpmekle kalmadı, yanak yanağa bir resmmiz çekilsin diye fotografçıyı çağırdı, flaşı dolana kadar öyle yanak yanağa kalmak ve gülümsemek zorunda kaldık. Neyse resim çekildi de, Fatih sahneye döndü. Eğlence devam, eller havaya, beller kıvrılsın, vur patlasın çal oynasın.. Bu arada biz saatin farkında değiliz, ama bir kısım arkadaşlar birbirlerine yaslanıp uyumaya başlamışlar bir baktım ki. Minibüs şöförünü aradık gelsin bizi toplasın diye, adam gelince arayacak, bir türlü gelmez. Bizim masa uyuklar, millet ayakta eğlenir, bekliyoruz. Şöför geldiğinde saat 3’tü. Minibüse geri doluştuk tam mevcutlu olarak, ama olay burada bitmedi. Sanki akşam iş çıkışı gibi, deli bir trafik, sanırsınız tüm İstanbul ayakta, arabalar korna çala çala gidiyor, ellerinde Galatasaray bayrakları, biz dehşet içinde camdan bakıyoruz, köprü kilit. Bu hali gören arkadaşlar direkt uyku moduna geçtiler. Minibüs ilk beni bıraktı evime, gün aydınlanmıştı, sabah ezanını okudu müezzin uzaklardan, eve girerken çocuklara baktım, hepsi perişan.. şöför hepsini tek tek eve bırakmış, Pendik’te oturan arkadaşlar 7’de eve varmışlar, şöför “bir daha beni aramayın” demiş, sonradan öğrendim. O haftaki bütün magazin programlarına çıktığımızı da sonradan öğrendim. Genel Müdürlükten ya da Bölge Müdürlüğünden telefon bekledim bütün hafta yusuf yusuf, ama kimse seyretmemişti anlaşılan. Ah, sonraki yıl mı? Bu sefer ben söyledim nereye gideceğimizi, Park Orman’a gidip havuzbaşında brunch yaptık efendi efendi. Gecelere akmak mı? Mersi, kalsın.
Meraklısına not: O resim hala duruyor ama tarayıp buraya koymaya elim elvermedi (zaten tarayıcım da yok hehe). Kuzenim bana evim genelde kırmızı diye gidip kırmızı peluş bir çerçeve almıştı, onun içinde duruyor resim.
Sene 2002. eski işyerinde şube yöneticisiyim. Orada şube yöneticilerine her yıl nisan ayında şube performansı oranında bir çek verilirdi, yönetici/yöneticilerin de bu çekin bir kısmı ile şube performansını sağlayan çalışanlarına bir yemek ısmarlaması ya da benzeri bir organizasyon yapması adettendi. Ben çalışma arkadaşlarıma sordum, “nereye gidelim siz seçin” diye. Bunlar aralarında konuşmuşlar, anlaşmışlar, geldiler ve dediler ki “biz Fatih Ürek’e gitmek istiyoruz”. Haydaaa. İyi de, o zaman Fatih efendi Maçka’da Zevk-i Sefa’da çıkıyor, nasıl gideriz, evleriniz çok uzak, gece uzun filan. Ayarlarız dediler, peki dedim ben de. Zilli Shakira kemerleri hazırlandı, evlere servis yapacak minibüs ayarlandı, rezervasyonlar yapıldı, bir cumartesi akşamı biz hazırlandık, işyerinin önünden minibüse binip yola çıktık. Çocuklar nasıl mutlu, nasıl şen, laylaylom Zevk-i Sefa’nın önüne geldik. Millet Jaguar’larla Mercedes’lerle geliyor biz minibüsten iniyoruz, üstelik in in bitmiyoruz. Neyse, girdik içeriye, en ön masayı hazırlatmışlar bize, geçtik oturduk. Program başladı, önce tanınmamış bir popçu (şimdi Murat Boz olabilir gibi geldi bana), sonra Mezdeke Grubu derken hava ısındı, bizimkiler de. Sandalyeleri arkaya itip masanın başında kalktılar oynuyorlar. Birden ortalık karıştı. Meğer o akşam Galatasaray’ın maçı varmış ve şampiyon olmuşlar, kutlamaya da Fatih Ürek’e gelmeleri tutmasın mı? İçeriye hem futbolcular hem onlar kadar kalabalık kameralı mikrofonlu gazeteciler doluşuverdi. Zaten sıkışık bir yer, yanımıza hemen bir masa sığıştırdılar, iyice hıngırhışık bir yer oldu. Ama program tam hızıyla devam ediyor, Fatih Ürek çıktı, sevinç çığlıkları attı sonra meşhuuur yılan dansı, kameralar kayıtta, bizimkiler sandalyelerin üstünde oynuyorlar, futbolcuları çeken her kamera bizi de alıyor ister istemez, önce yüzümü ellerimle sakladım sonra baktım ki battı balık yan gider. Futbolcuları Fatih Ürek sahneye çıkartıp oynattı filan, derken birden ortalık karardı ve bir “hepi börtdey” müziği çalmaya başladı bangır bangır, kim ne demeye kalmadı bir baktım benim için hazırlanmış bir pasta, minibüste saklaya saklaya getirmişler fark etmemişim, Nisan sonu benim doğumgünüm, Fatih Ürek sahneden “ay kimin doğumgünü, ben de pasta istiyoruuum” diye bağırıyor. Pasta masamıza geldi, tüm kulüp alkışlıyor bize bakıyor filan, ben yerde delik arıyorum, bulsam girip kaçacağım. Fatih Ürek bu esnada göbeğini hoplata hoplata koşarak masaya geldi, “senin doğumgünün mü ay öpücem” dedi. Öpme diyorum ama gürültüden duyulmuyor, öptü beni. Öpmekle kalmadı, yanak yanağa bir resmmiz çekilsin diye fotografçıyı çağırdı, flaşı dolana kadar öyle yanak yanağa kalmak ve gülümsemek zorunda kaldık. Neyse resim çekildi de, Fatih sahneye döndü. Eğlence devam, eller havaya, beller kıvrılsın, vur patlasın çal oynasın.. Bu arada biz saatin farkında değiliz, ama bir kısım arkadaşlar birbirlerine yaslanıp uyumaya başlamışlar bir baktım ki. Minibüs şöförünü aradık gelsin bizi toplasın diye, adam gelince arayacak, bir türlü gelmez. Bizim masa uyuklar, millet ayakta eğlenir, bekliyoruz. Şöför geldiğinde saat 3’tü. Minibüse geri doluştuk tam mevcutlu olarak, ama olay burada bitmedi. Sanki akşam iş çıkışı gibi, deli bir trafik, sanırsınız tüm İstanbul ayakta, arabalar korna çala çala gidiyor, ellerinde Galatasaray bayrakları, biz dehşet içinde camdan bakıyoruz, köprü kilit. Bu hali gören arkadaşlar direkt uyku moduna geçtiler. Minibüs ilk beni bıraktı evime, gün aydınlanmıştı, sabah ezanını okudu müezzin uzaklardan, eve girerken çocuklara baktım, hepsi perişan.. şöför hepsini tek tek eve bırakmış, Pendik’te oturan arkadaşlar 7’de eve varmışlar, şöför “bir daha beni aramayın” demiş, sonradan öğrendim. O haftaki bütün magazin programlarına çıktığımızı da sonradan öğrendim. Genel Müdürlükten ya da Bölge Müdürlüğünden telefon bekledim bütün hafta yusuf yusuf, ama kimse seyretmemişti anlaşılan. Ah, sonraki yıl mı? Bu sefer ben söyledim nereye gideceğimizi, Park Orman’a gidip havuzbaşında brunch yaptık efendi efendi. Gecelere akmak mı? Mersi, kalsın.
Meraklısına not: O resim hala duruyor ama tarayıp buraya koymaya elim elvermedi (zaten tarayıcım da yok hehe). Kuzenim bana evim genelde kırmızı diye gidip kırmızı peluş bir çerçeve almıştı, onun içinde duruyor resim.
yoğun istek (!) üzerine eklemedir. vay be, gençmişim yahu :)
22 yorum:
Gülçin çok yaşa, sabah sabah beni güldürdün, bence çok güzel bir anı.
ben en çok flaş dolarken beklemene.. ve soförün "beni bi daa aramayın.." demesine güldüm..
çok komikti..:::)))
İş dönüşü yorgun halimle bu yazıyla karşılaşmak çok iyi geldi, epey güldüm...Bir süredir uğruyorum buraya, çok hoş,çok içten,sıcak, su gibi okunan yazılar...Bu sefer dayanamayıp ses vereyim dedim...
Çok eğlenceliydi, teşekkürler...
sevgili vlad,
valla brunch güzel fikir, ondan sonraki yıl da başka bir minibüsçü ile günübirlik edirne'ye gitmiştik, o da iyi olmuştu.
sevgili sofi,
sen de çok yaşa :)
sevgili abi,
resmi görseydin daha çok gülerdin inan :)bittiğim andı yani.
sevgili sema,
ses vermene ve yazının hoşuna gittiğine sevindim. gene beklerim :)
sevgiler
gülçün biz çok gülüyorduk yahu!! okuyunca aklıma onlar geldi :))
şimdi, o fotoğraf da kırmızı peluş çerçeveye yakışır. felaket gerçekten de. elemanların ömür boyu unutamayacağı bir gece olmuş, fena olmamış aslında:) yalnız ne kadar iyi bir yöneticisin ki, fatih ürekli bir geceye akmaya görev icabı da olsa kabul etmişsin. bravo, diyorum.
sevgiler.
Off çok güldüm Gülçin, sağol vallahi :)) Çok tatlı yazmışsın..
Çok hoş anlatmışsın:))))))))Çok güldüm ya:) Resmi mutlaka istiyoruz okurların olarak.Hatta resim resim resim şeklinde tezahürat bile yapıyoruz.
Gülçin,sahi bahtsız bedevi bir durumun var gibi görünüyor anılarına bakılırsa.Ama sen anlattıkça biz gülüyoruz elde değil:)Şimdi şu resmi çerçeveden çıkarmak taratmak falan uzun iş,bak, gel sen kırmızı peluş çerçevesi içinde ışığı yansıtmayan bir fotoğrafını çek ve yayınla gözünü seveyim.
Hepsi bir yana da,niye ve nasıl öpme diyebildin Fatih'e yahu:))
Gülçinciğim dinlerken gülmüştüm, bir o kadar da okurken güldüm. Sağol varol. Hep'in fikri iyi bence, o resmin resmini çekip göster bize. Kırmızı peluşuyla olsun ama:)) Yok beceremem diyorsan, onun da kolayı var. Yarın işyerine getir, öğlende alır hemen yayınlanacak hale getirebilirim senin için:))
'Yusuf yusuf' haber beklemenin resmini de isterim:))
tamam tamam, ekledim işte :)
sonunda ekledin ha. ürekli kız seni(:
:)))Üçünüz de harikasınız,Sen,Ürek ve kırmızı peluş çerçeve..Harika olmuş yahu.Bizi kırmadığın için teşekkürler.
Sevgiler
He he bizi kırmayıp peluşuyla eklemişsin:) Ne diyeyim, kadraj güzel, modeller super güzel, resim ve çerçeveye hakim olan kırmızı ise bir başka hava katmış. Arasıra açıp açıp bakarım artık ben bu resme:)))
Çok samimi bir poz:))) Pek de mutsuz görünmüyorsun:P
Çok içten gülmüşsün Gülçin.Hep böyle gülmen dileğiyle..
Sevgiler:)
Sevgili Gülçin, "Geceye Akmak" olmamış! Bence "Yaşama Akmak" olmalıydı.
Çok iyi biliyorum; senin gibi güzel insan o kadar az ki hele yönetici olup da çalışanlarıyla bütünleşen, onlarla birlikte işi ve hayatı her yönüyle paylaşan.
Okurlarını güldüren yazın, anlatımın başka bir güzel ama inanıyorum ki yazını okumayanlarda böyle bir yöneticilerinin olmasını çok istiyorlar.
İdeallerdeki insan olduğun için seni kutlarım, sevgili arkadaşım. İyiki varsın.
Gülçin, bak inan ki benim geçen hafta tutulduğum uyku hastalığı sürüyor.
Sen ilham almışsın yazmışsın, (aslında bunu bekliyordum üstelik, bana yazdığın yoruma yazmıştın) ben de ancak bugün okuyorum. Pes bana, yani! :)
Müthiş eğlenceli bir akış olmuş bu, bizimki bunun yanında vukuatsız ve sade.
Aslında uzayacak diye yazmadığım ayrıntılar vardı, ama, pek eğlenceli değil daha çok magazinel.
Biz de Hüsnü Şenlendirici ve Deniz Seki ile aynı masayı paylaşacaktık, nerdeyse ve fakat, Hüsnü Ş. masa sadece kendilerine tahsis edilemediği için gönül koymuş... filan falan. O kadar televolelik bir tarafı yok yani.
:))
ilahi gülçin:)
ne hoş anlatmışsın.. gecenin hülâsâsı şoför beyin o cümlesinde özetlenmiş zaten:"beni bi daaaa aramayın" :))
Gülçincim,
Bittim yazına. Bu arada Fatih Ürek'le yanyana ne kadar mutlu olduğun gözümden kaçmadı, heheh. Beni hiç bir kuvvet Fatih Ürek'e akıtamazdı herhalde. (Kabus gibi cidden, ama muhtemelen çok da komik bir geceydi) Nefis bir yöneticiymişsin :)
marruu
Yorum Gönder