.

.

10 Ağustos 2007 Cuma

üçüncü


gene 3 gün geçmiş yazmayalı. nasıl geçiyor bu günler anlamıyorum. belli bir yaştan sonra mı desem, belli bir tarihten sonra mı, sanki dünya ekseni etrafındaki turlarını biraz hızlandırdı gibi geliyor bana. misal, yandaki fotograf 2002 yılında madrid'de çekilmiş. cervantes parkında. ya da ben ismini uydurdum. madrid'in tam orta yerinde yeşil, ufak bir park. içinde yeşil çimenli, bahçeli yerler, banklar, yürüyüş yolları, küçük havuzlar var. bir de benim önünde durduğum heykel. görünce öyle hoşuma gitti ki. tam arkamda koyu renk olarak görünen iki figür don kişot ve sadık dostu sanço panza. arkadaki devasa heykelin orta bölümündeki tahtta oturan da cervantes, elinde kitabıyla. arkada görünen bina nedir bilmiyorum ama şimdi bakınca o da sanki bu cepheden çekilen fotograflara düzgün bir fon olması gözetilerek yapılmış gibi. bu fotograf çekildikten sonra, etrafını dolaşmamız, neden Türkiye'de heykeli dikilen bir roman kahramanı yok diye hayıflanışımız, sonra don kişot'un atı rozinante'ye sarılıp bir de öyle fotograf çektirişimiz, biz fotograf çekip heykelin etrafında cıvıldayarak konuşurken iki yaşlı dişsiz ispanyol adamın bize bakıp gülmesi, hepsi sanki dün gibi. ama baksanıza, 2002 diyorum. aylardan ekim, ekim sonu, madrid'deyiz ve küba'ya uçacağız ertesi gün. bu seyahat nedeniyle oy kullanamayacağız ama seçim gecesi che guevera'nın fahri hemşerisi olduğu santa clara şehrine yaptığımız günübirlik gezi dönüşü otelde internete girip ak partinin tek başına iktidar olduğu sonucunu öğrenip, otel lobisinde gece yarılarına kadar gamlı gamlı oturup "acaba dönmesek mi" diye düşüneceğiz. bu fotografta daha bunu bilmiyorum. bu arada bloga resim ekleme işini pek kolay başardım, hoşuma gitti.
bu öğlen topshop mağazasının köşesine joy fm ineği koyduklarını farkettim. kanatları var ve kulağında kulaklık, ağzında da pembe bir radyo var. pazartesi resmini çekmeyi düşünüyorum, umarım radyosunu götürmezler. zaten dekordur değil mi?
iki arada bir derede jean christophe grange'nin yeni çıkan "şeytan yemini" kitabını okudum. daha önceki grange okuma maceralarım hemen hemen birbirine benziyordu. genelde bir pazar günü grange ele alınır, koltuğa oturulur, okunmaya başlanır, koltukla bütünleşilir, kitap biter, kalkılır, gidip yatılır. bu sefer ki hafta arasına denk geldi. dayanamadım, pazarı bekleyemedim. önceki kitapları kızıl nehirler, leyleklerin uçuşu, kurtlar imparatorluğu, taş meclisi ve siyah kan gibi, bunu da bir an önce okumalıydım, duramadım. ama haftaiçi olduğundan koltukla bütünleşme yaşayamadım, aksine vapurda, otobüste, öğle arası restoranda tabağımın yanında filan okudum. konu, hristiyanlık ve şeytan kavramı üzerine bir güzelleme. gene vahşice işlenmiş seri cinayetler var, gene hafif dağınık bir polis var. Açıkçası önceki romanlar kadar evrensel bir çevresi yok konunun, zaman zaman hristiyanlık referanslarını anlamaya çalışmak beni sıktı. da vinci şifresi'nde de öyle olmuştum mesela, sıkılmıştım. gülün adı da öyledir, cizvit ve fransisken mezheplerinin tarihçesi, tartışmaları vs vs. neyse, sonuçta grange gene yapmış yapacağını diyorum.
herkese iyi haftasonları, sevgiler.

2 yorum:

Girls On Blog dedi ki...

Geldim gördüm okudum demek istiyorum ama okuyamadım...ya ben hem şişman hem de gözleri az gören bi insan olmuşum..:(Gündüz gözüyle okuycam ben seni...
sevgiler

Adsız dedi ki...

Guzel bir blog, hayirli olsun, okurunuz bol olsun :)
Linke ayrica tesekkurler...