"Yalnız Seni Arıyorum" ne güzel bir kitap adıdır. Hele yazarı Orhan Veli ise, meraklanmamak mümkün değil. Yapı Kredi Yayınları'ndan yayınlanan bu kitap, Orhan Veli'nin 36 yıllık hayatının son yıllarında büyük bir aşkla sevdiği Nahit hanıma yazdığı mektuplardan oluşuyor. Orhan Veli bir şiirinde; "Bir de sevgilim vardır, pek muteber / İsmini söyleyemem / Edebiyat tarihçisi bulsun" demişti. O zamanlar ismini söyleyemediği sevgilisi Nahit Hanım'dı Orhan Veli’nin.
Nahit hanım, Orhan Veli'den 5 yaş büyük ve Ankara'da yaşayan, eşinden ayrılmış bir öğretmen hanım. Dönemin entelektüel simalarıyla dostlukları var. Orhan Veli İstanbul'da yaşadığı dönem boyunca ona aşk ve genelde parasızlıkla dolu hayatını anlattığı içli mektuplar yazmış, işte bu kitapta onlar var.
15 Temmuz 1947 tarihli mektuptan..
Nahitciğim,
...
İstanbul muhakkak ki güzel şehir. Ama benim için güzel şehir, çirkin şehir diye bir şey yok. Sadece senin bulunduğun şehir, senin bulunmadığın şehir diye bir şey var. Nitekim şu son mektubunda benim Ankara’ya gelmemden bahsederken elbette bir gün geleceksin demişsin. Ankara’ya hususi hiçbir muhabbet duymadığım halde bu sözünü okuyunca bilsen nasıl oldum. Seni görmek için bir şehre geliyorum, görüyorum ve ömrümün sonuna kadar benim yanımda oluyorsun. Çok acayip ama çok tatlı bir his.
Hayatımda birçok sevinçli günlerim olmuştur. Fakat hepsinden güzel, hepsinden sevinçli olabileceğini umduğum bir tek gün daha olabilir. O gün seninle ve hiç ayrılmamacasına yaşayacağıma inanacağım gündür. Sen böyle bir günün gelebileceğini pek tahmin etmezsin. Doğrusu ben de edemiyorum. Ama hayattan da başka hiçbir beklediğim yok. Bugün için sana da bana da bu kadar imkânsız görülen bir saadet günün birinde gerçek olabilirse, bütün ömrüm içindeki kayıplarımdan hiçbirine üzülmeyeceğim. Yalnız o sevinç bana kâfi derecede yaşamış olmak için yetecek. O büyük, o yegâne saadet için Allah’a mı, talihe mi, yahut herhangi başka bir şeye mi, neye inanmak lazımsa inanmak istiyorum. Seni ne kadar çok seviyormuşum. Ne kadar sana bağlı imişim, her şeyim ne kadar senden ibaretmiş meğer. On seneden beri senin için adeta deli olduğum zamanlar oldu. Bütün bunlara rağmen seni sevmek için bu on senelik zaman ne kadar azmış, şimdi anlıyorum. Belki bu mektuplarım, bu satırlarım senin tuhafına gidiyor. Ama emin ol ufacık bir mübalağam yok. Bilakis içimdekiler yazdıklarımdan çok daha büyük, çok daha mübalağalı. Zaman zaman ıstıraplı anlarımda seni nerden tanıdım diye düşünür, kızardım. Şimdi aynı şeyi düşünüyor ama başka şeyler duyuyorum. İyi ki seni tanımışım. Seni tanımasaydım, hayatımda böyle bir aşk bulunmasaydı, hayatım ne kadar boş bir hayat olacaktı. O boşluktan yalnız kendi içimdeki sevmek kabiliyetiyle kurtulamazdım.
Çünkü hiç kimseyi seni sevdiğim kadar sevemezdim. Hiç kimseyi ne senin kadar güzel, ne senin kadar iyi, ne senin kadar mükemmel, ne de senin kadar kendim için buldum. Bu kelimeler duyup düşündüklerimi o kadar adileştiriyor ki tasavvur edemezsin. Hani biraz evvel Allah’a inanmaktan filan bahsettim. Allah’a inanan insanların nasıl inandıklarını, nasıl sevdiklerini biliyoruz. Ben seni herhalde daha fazla seviyorum. Daha fazla inanabilirim de.
...
Yeni şiirlerim olup olmadığını soruyorsun. Olsaydı gönderirdim. İnsan zaman zaman böyle susuyor. Mamafih şiiri hiç düşünmüyor değilim. Bu muhakkak daha büyük bir devir için hazırlıktır. Yakın zamanlarda mühim şiirler yazacağımı umuyorum. Zaten son şiirlerimi yazarken de büyük bir hamleye hazırlanıyordum. Şimdilik elimde başka bir iş var. Varlık Yayınları için bir Fransız Şiiri Antolojisi hazırlıyorum. Bu münasebetle de hep edebiyat tarihi kitapları okuyorum. Bununla beraber bu iş de beni şiirden uzaklaştırmış sayılmaz. Bilakis, çok Fransız şiiri görüyor, mütemadiyen onlar üzerinde düşünüyorum.
...
Nahitçiğim, mektubunu eve gönder diyeceğim. Çünkü İstanbul’a inemiyorum. Her gün inmek çok masraflı. Bütün varidat menbalarım kapandı. Halbuki İstanbul’a bir mektubunun gelmiş olduğunu düşünüp onu alamamaya mahkûm olmak büyük azap. Sana ihtiyaten evin adresini yazıyorum.
... Beni sevindirecek, mesut edecek haberlerini bekliyorum. Hasretle ağzından, yüzünden, saçlarından, kollarından, her tarafından öperim. Seni unutamıyorum. Sensiz duramıyorum.
Orhan Veli
Bir Macera
Önce kalbim ufak bir kıvılcımla tutuştu,
Bir yığın saman gibi şöyle parladım gitti...
Fakat şimdi saçlarım beyaz, yüzüm buruştu;
Daha yirmi yaşında ihtiyarladım gitti!..
Neticesiz bir aşka verdim gençliğimi,
Ne ufak bir temayül, ne bir iltifat gördüm..
Önünde yalvararak söylerken sevdiğimi,
Gözlerinde yüzüme inen bir tokat gördüm..
Bu bir taraflı aşkta hiç durmadan, Allahım,
Ümitsizlik sararken beynimi bir ağ gibi;
Ben yine seviyorum onu.. Aman Allahım!..
Bir macera görmedim ben bu macera gibi..
Nahit hanım, Orhan Veli'nin 1950'deki ölümünden beş yıl sonra şair Arif Damar'la ikinci evliliğini yapmış. Ömrünün son yıllarına kadar evinde düzenlediği cuma gecesi sofraları, bir çok şair ve yazarın buluşma noktası olmuş. Cemal Süreya şöyle anlatıyor bu buluşmaları: “Bir sanat albümü Nahit Hanım’ın evi: 1930 dedin mi, Hasan Âli Yücel, Sabahattin Ali, Peyami Safa çıkar; 1940 dersin, Orhan Veli, Oktay Rifat, Melih Cevdet, Sabahattin Eyuboğlu... 1950 dedin mi, Edip Cansever, Metin Eloğlu, Alp Kuran; 1960, Gürdal Duyar.” Cemal Süreya 99 Yüz adlı eserinde de Nahit hanımı şöyle tanımlıyor: “Sofranın başında ‘Rönesans gibi’ açılır. Ertesi gün o geceden bir şey kalacak: Şuranızda bütün insanlara uzanan sıcak bir iletişim gereksinimi... Ortak tarihinizi yaşadınız. Kendinizdeki bir ışığı fark ettiniz. En azından öyle bir ışık varsayımı içindesiniz. Bir şey üretiyor. Yoksa gençlik duygusu mu üretiyor Nahit Hanım?”
2002 yılında 93 yaşında ölmüş. Nahit hanımı tanımayı çok isterdim.
Meraklısına Not: Sabahattin Ali'nin şiirlerinden yapılan ve hepimizin bildiği şarkılar şöyle sıralanabilir: Dağlar (benim meskenim dağlardır), Melankoli (Beni en güzel günümde/sebepsiz bir keder alır), Hapishane Şarkısı I (Göklerde kartal gibiydim/kanatlarımdan vuruldum), Hapishane Şarkısı III (Geçmiyor günler geçmiyor), Hapishane Şarkısı V (Aldırma gönül), Kıyamadığım ( Hey bir zaman bakıp bakıp/seyrine doyamadığım), Eskisi Gibi (Ben gene sana vurgunum), Çocuklar Gibi (Bende hiç tükenmez bir hayat vardı/kırlara yayılan ilkbahar gibi), Çakır (Altın saçlarını sıkıca tarar/ sonra iki örgü yana bırakır)..
1 yorum:
Çok ilginç Ben mektup kitapları hiç okumuyorum. sanırım başlamamın zamanı geldi.
Yorum Gönder