.

.

3 Kasım 2008 Pazartesi

ortaya karışık, something turning and burning

-kışın gelmesine en çok desenli çoraplar giyebileceğim için seviniyorum desem? bunu da az önce yazıya hangi fotografla başlasam diye düşünürken, yukarıdakini görünce farkettim desem?

-iznim bitti, bu sabah işe geri döndüm. insan zaman zaman (hadi çoğu zaman) ayakları geri geri gitse de masasını özlüyormuş arkadaş. şaşırdım. yarın da iki günlük bir eğitime katılıyorum. ne zamandır isteyip de gidemediğim bir konu: emotional freedom techniques (duygusal özgürleşme teknikleri) yani EFT (elektronik fon transferi değil yani). bakalım nasıl bişeymiş? geçen yıl katıldığım yaratıcılık seminerleri kadar açılımlı bişeyler bekliyorum. böyle açılayım açılayım istiyorum. --ilk derste "bu eğitimden beklentiniz" derlerse, bunu desem ne olur acaba? hmmm-

-Mustafa filmine gittim geçen hafta, merakımdan. fena değildi. niye sinemada gösteriyorlar ki? versin ntv belgesel saatinde, daha iyi. belki 10 kasımda verirler. film boyu can bey bırbırbır konuşuyor, hiç canlandırma sahne yok, aralarda eski fotograflar, eski görüntüler filan. insan yönü mü dediniz? misal, Ata'm karanlıkta yatamazmış, bunu duyunca kendimi ona yakın hissettim. bir de karanlıkta yatamayan bir amcam vardı, asker emeklisiydi o da, ne zaman bize gelse koridorun ışığını açık bırakıp yatardı, anlayamazdım, rahmetli oldu kaç yıl önce, bi de onu kendime yakın hissettim, şevkatle andım onu. bir de hiç bilmezdik Libya'da Atatürk gözünden yaralanmış ve sol gözü görmez olmuş, bir arkadaşına yazdığı mektupta "doktorlar açılacağını söylüyorlar ama ben ziyadesiyle ümitsizim" diyor, bu yarayı ömür boyu taşımış. ne içmesi ne kendini yalnız ve mutsuz hissetmesi (ki geçen gün biri yazmıştı, "giyim kuşamı ve düşünceleriyle zamanının 50 yıl ötesinde olan bir adamın kendini yalnız hissetmesi doğal değil mi" diye) onun yaptıklarını hafifletir, abartmayalım-abarttırmayalım.

-dün akşam saat 18.30 civarı birinci köprüden eve dönüyoruz. trafik keşmekeş, haftasonu ve hava güzeldi ya. bi de metrobüs yolu diye iki şeridi yiyiverince, yol iyice dar oldu. neyse, yanyana dura dura gidiyoruz arabada. ben arabayı kullanmamanın verdiği rahatlıkla etrafa bakıyorum. önce solda bir kırmızı araba görüyorum, skoda galiba. sürücüsü kulağının arkasına KGS kartını koymuş. komiğime gidiyor, kendi kendime "laz mısın amcaa" diye gülmeye başlıyorum. araba az ilerliyor, bi bakıyorum plaka 61. güler misin ağlar mısın? başımı bu sefer sağ tarafa çeviriyorum. vıjjj diye bir siyah cip yanaşıyor yan tarafa, genç sakallı bir oğlan kullanıyor. yanında da türbanlı bi kız, gülüşüp duruyorlar. aaa bir bakıyorum sürücü oğlanın beyaz çoraplı ayağı sol yan aynanın önünde. adam ayakkabısını çıkarmış aynaya dayamış ya. yuh ayı, başka istanbul yok demek istiyorum, demiyorum kahretsin. en iyisi galiba arabayı kullanıp önüne bakmak.

-arabayı kullanıp önüne bakmak dedim de, iki hafta oldu bitireli ama hala etkisind eolduğum bir kitap var: Körlük. Portekizli nobelli yazar Jose Saramago'nun, filmi bu yıl Film Ekimi'nde gösterilen romanı. bir adam (romanda kimsenin adı yok, bakıyorsunuz hakikaten de adlara gerek yok) kırmızı ışıkta duruyor direksiyon başında, birden kör oluyor. sonra ona yardım eden adam, karısı, gittiği doktor, doktorun bekleme odasındakiler, herkes, bir bir. bir tek doktorun eşi kör olmuyor. bu salgını önlemek için başlangıçta, kör olanları eski ve terkedilmiş bir akıl hastanesine koyuyorlar. ama hastane giderek kalabalıklaşıyor ve kör olunca kurallar nasıl anlamsızlaşıyor adım adım merakla okuyorsunuz. ben çok etkilendim bu kitaptan.

-haberleri seyretmiyorum bugünlerde, sürekli bir ucubelikler olup bitiyor etrafta, tutulup kalıyorum. ıslak fare suratlı üzmez'i üzmüyorlar da, karısı da üzülmüyor pişmiş kelle gibi gülüyor hala adamın yanında. bu tarafta babasının tacizinden şikayetçi olan 20 yaşındaki kızı, ifadesini alıp evine geri yolluyorlar, iki erkek kardeş içeride oturuyor da baba kızı öldüresiye dövüp 15 yerinden bıçaklayıp boğazını kesiyor. kız hala gülümsüyor haberdeki fotografından ince ince. benim de boğazımı kesiyorlar sanki. biri bu hikayeyi yazsa, inanmaz insan. başka bir haber, zorla evlendirmek istiyorlar 16 yaşında bir kızı, kız istemiyor, buyrun ailesi odaya kilitliyor, odada nişanlısı tecavüz ediyor, bakıyorlar. hiçbir şey hayat kadar şaşırtıcı değildir, değil mi? ama bu kadarı da fazla artık.

5 yorum:

Adsız dedi ki...

Hoşgeldin :)

Böyle kısa kısa daha mı iyi oluyor nedir... Hoş sen benden uzun yazmışsın :)

Kulak arkası KGS kopardı, Temel olmasa ne konuşacaktık biz yahu

Goddess Artemis dedi ki...

José Saramago'nun O Evangelho Segundo Jesus Cristo'su [İncil'deki İkinci İsa adıyla Gendaş Kültür'den çıkmıştır] hayatımın romanıdır, başucu kitabımdır, en sevdiğimdir.

Adsız dedi ki...

eft ile ilgili yorumlarını bekliyorum helecanla...

kısa kısa çok hoş olmuş...gözümde canlandı her bir şey...

liz

ABİ dedi ki...

Şükür kavuşturana..:)
Witness gibi KGS benide bitirdi..
sevgiyle..

7.oda dedi ki...

fotoğraftaki çorabın aynısından bende var desem :)