.

.

10 Mart 2008 Pazartesi

halim

ben bu yazıyı yazarken bunu dinledim, isterseniz siz de okumadan önce tıklayın, bir yandan çalsın bakalım :)) benim en sevdiğim müzisyenlerden yann tiersen'den "a quai (rıhtımda)".



sağolsun arkadaşlar "ne oldu, niye yazmıyorsun" diye soruyorlar, merak etmeyin bişeyim yok, iyiyim şükür. hatta şu yukarıdaki esra erbaş'ın sevimli fotografındaki kız çocuğu gibi hayata merak ve mutlulukla bakmaktayım. ve yine o kızcağıza olduğu gibi, oyun oynamaktan ve tadını çıkarmaktan yazamaz haldeyim :) en son perşembe yazmışım, misal o akşam iş çıkışı gene lisedeki tiyatro ekibimizden serpil isimli bir arkadaşımızla buluşmaya cihangir'de yeni açıldığını duyduğum ama görmediğim kaktüs'e gittim (tülaycım sen gelince de gidelim buraya). serpil'i de 25 yıldır (peheyy) görmemiştim, mekana önce ben vardım. firuzağa tarafında inmişim taksiden, halbuki kaktüs cihangir ana caddedeymiş, hızlı hızlı serpil'in tarif ettiği sokaklarda yürüyüp vardım. içerisi beyoğlu'ndaki mekandan oldukça büyük, iki katlı, daha modern döşenmiş, her yer kedilerle dolu. hem duvarlarda yürüyen kediler var, hem küllükler fincanlar kedi desenli, hem gerçek kediler, hatta köpekler içeride rahat rahat dolaşıyorlar. bir masaya oturdum, garson güleryüzle bir şey söylemeden bir bardak su verdi bana, ben de "ah canım" diyorum kendi kendime, "kimbilir alı al moru mor mu geldim nedir, yüzüm kırmızı herhalde, acıdı çocuk" filan diyorum, meğerse her oturana önce bir bardak su ikram ediyorlarmış (ne iyi fikir), sonradan öğrendim :) neyse, serpil geldiğinde gene acayip bişey oldu, sanki aradan o zamanlar geçmemiş gibi, sarılıp öpüşüp vırvırvır konuşmaya başladık gülüşerek. tabii biraz saçlarda kırlar, yüzde yaşanmışlıklar mevcut, ama gözler aynı pırıltılarda. güya oradan kalkıp bir yere gidecektik, gidemedik, sohbet öyle güzel geldi ki, hem serpil'le hem karşımda oturan güzel adamla konuşurken saatleri unutuvermişiz gene. aaa bir baktım, yanıma koyduğum çantamın üstüne bir sarı kedi konuşlanmış, nasıl uyuyor ama görmeniz lazım. kafa yan yatmış, patisinin birini çantanın sapının altından geçirmiş filan, dağıtmış kendini. cep telefonuyla resmini çektim, bakınız aşağıda.

benimkine gülerken bizim yan tarafta oturan hanımın da siyah kabanının üzerine siyah bir kedinin çöreklendiğini zor farkettik, allahtan kırmızı kurdelesi vardı boynunda, yoksa o da tam araziye uymuştu yani :) haftasonu da oyuncakçı olan arkadaşımızın dükkanında bu sefer büyüyen bir halka şeklinde toplanıp ciğer partisi yaptık. hava pek güzeldi, belki toplanır dışarıya gideriz demiştik ama nerde. kaldık orada.

bu sabah benim temizlik günümdü, yaklaşık 11 yıldır 3. evimde aynı temizlikçim. evine yardımcı alanlar anlayabilirler bunun ne kadar lüks bişey olduğunu. sabah bu yüzden çıkarken, sepet gibi kafama rağmen, ona destek olsun diye yatağın çarşaflarını söktüm, çamaşır makinasını çalıştırdım çıktım, gelince hazır bulsun diye. işyerine vardığımda cebimde bir mesaj "ben gece hastalandım, gelemeyeceğim". yapacak bişeyim yok, ne yapalım. akşam eve dönerken gözümün önüne evimi su basmış, suların köpürerek medivenlerden indiği falan gibi sahneler geldikçe kafamdan uzaklaştırıyorum, geldim neyse bir vukuat yok, sadece nemli nemli kapalı beklediği için çamaşırlarım yumaklaşmışlar. yeniden kısa programda yıkadım onları, az önce de astım. asıl zor kısım yatağı yapmak. yani yastıklarla çarşaf gene neyse de, nevresim geçirmek biraz zor bir zanaat. yurtta nevresim geçirirken biri yatağın üstüne çıkar silkelerdi yorganı, biri aşağıdan düzeltirdi, çünkü yurt müdüremiz nazi subayı gibi kollardı yataklarımızı, nedense. yatağını düzgün yapamayanı kara kaplı defterine yazardı, sonra toplantılarda yapılan hataları anlatırken gözlerimize öyle bakardı ki tirtir titrer, "acaba ben miyim bu dediği" diye birbirimize sokulurduk. bir arkadaş da çengelli iğne yöntemi geliştirmişti nevresimi yerleştirmek için. koca koca manda gözü kadar çengelli iğneler almıştı, nevresimin köşelerine yorgandan geçirir tuttururdu bu iğneleri, böylece yorgan nevresimin içinde oynamazdı. ama benim bu akşam ilk yöntemden başka çarem yoktu, çıktım yatağın üstüne, silkele babam silkele yaptım. artık formdan mı düşmüşüm, yoksa yaşlanıyor muyum, veyahut artık nevresimlerle yorganlar bu sisteme karşı bağışıklık mı geliştirdiler bilmiyorum, epey bir mücadele etmem gerekti. hatta nevresimin içine girmeyi bile düşündüm. neyse, olduğu kadar artık. benim hatun halbuki tek eliyle takıyor bunları. bir dahaki sefer bu bölümü çaktırmadan izleyeyim bakayım, nedir sırrı.

akşam iş çıkışı gene 202'me bindim, koşarak yakaladım otobüsü ışıklarda dururken. şöföre "iyi akşamlar" dediğimde, "göremeyince bekledim sizi" dedi. kendimi amelie kadar mutlu hissettim. oturdum cam kenarına, dayadım kafamı cama, uyumaya başladım. derken bir cırlak ses, uykumdan fırladım kaza mı oldu ne oluyoruz diye. yok, ama kaza gibi bir sarışın hanım binmiş elinde torbalar gelip yanıma oturmuş, şöföre para verecekmiş de onu söylüyormuş. hay allahım deyip başımı camdan yana çevirdim, bir saniye geçmedi kadın bu sefer cep telefonuyla bağıra bağıra ciyak ciyak "hayati abiiiiiii aldık hediyeyi geliyoz biz ha abi" filan diye konuşmaya başlamaz mı? elimle omzuna vurdum ve "biraz sessiz olur musunuz ayrıca bakınız" dedim ve "cep telefonunuzu kapatınız" işaretini gösterdim. kadın hayati abisine "ha ha ha, tamam abi" deyip telefonu kapattı, benden tarafa bakmayarak yanında başka torbalar taşıyan ve sesi çıkmayan kıza "burası çok uyuz, bunlarla mı uğraşacam, hadi yukarıya çıkalım" dedi, torbalarını toplayıp gittiler. ne üzüldüm. yanda oturan çift bana bakıp başlarını salladılar, ben de onlara başımı salladım, "uykumdan fırladım yahu" dedim, güldüler. yakın zamanda bu kadar cırlak bir ses duymamıştım vallahi. kadın kavgaya başlasa cevap veremezdim yani, tutulur kalırdım o sese karşı. bırrr. neyse benim uykum kaçtı tabii, hiç sevmediğim mecidiyeköy trafiğini izlemeye başladım, adım adım, korna sesleri, akan sel gibi insanlar... önümde iki orta yaşlı kadın oturuyordu, birisinin sürekli gülen yüzü ve kırmızı gözlükleri (doğal olarak) dikkatimi çekmişti bindiğimde, o sırada o kadın çakralarını açtırdığından filan bahsediyordu, böylece kadının neden (ya da nasıl) güleryüzlü olduğunun sırrına da vakıf olmuş oldum. sonraki durakta yanıma bu sefer hoş bir genç hanım oturdu, oturur oturmaz cep telefonunu çıkardı, birini aradı, bu sefer yan taraftaki çift atladılar "lütfen kapatın" diye, kız kapattı ama bir miktar söylendi, yok şöförünki de açık, bu arabalarda artık farketmiyor işgüzarlık yapılıyor filan. bu arada baktım çakralarını açtıran kadının bir-iki çakrasında tıkanmalar başladı, omuzları düştü, canım ya, eve ulaşabilseydi keşke diye düşündüm, sonra dayadım başımı cama gene uyudum.

22 yorum:

miso dedi ki...

Gülçincim,
Ne güzel bir yazı olmuş. En çok da şöföre sevindim. Ya empati kuran, böyle bir ilişki yakalamış insanlara bitiyorum. Yani adam resmen sen otobüsü kaçırırsan neler olur diye düşünüp dertleniyor. Öte yandan bazıları da koşan yolcuyu görmelerine rağmen kapıları kapatıp gaza basıyorlar.

marruu

Sem dedi ki...

Gülçin'ciğim, hallerini ne güzel anlatmışsın, kaç tane kedi sığdırmışsın son bir kaç güne:)) Bak istikrar abideliği de işe yaramış, şoför amca beklemiş seni. Ben vapura geç kalsam benim kaptan bekler mi beni bilemiyorum ama aynı saatlerde yolculuk yapınca, tanıdık yüzler oluşuyor ve bir gün görmeyince merak ediyor insan.

Gülerek okudum tüm yazdıklarını; nevresim ve tıkanan çakralar da dahil olmak üzere. Retro'dan bahsetmemişsin ama:)) Neyse hadi iyi geceler, tatlı haller. Sevgiler

gülçin dedi ki...

sevgili miso,
çok teşekkürler :) ben de otobüsten indiğimde şöföre el salladım. bazen düşünüyorum da, saat 17.15 gibi taksim'den çıkıyor bu benim 202, son durağına varması en erken 19.30-20.00. çekilir iş değil vallahi. ben binerken her otobüs şöförüne selam veririm akbilimi basarken.

sevgili sem,
vallahi kaptandan ben de pek ümitli değilim :))retro haberleri yarına artık :)

sevgiler

Adsız dedi ki...

sen son bi kac gundur yazmayinca biraz endiselenmistim. beni bilirsin, gamli baykus gibiyimdir:) neyse, guzel yazini okudum, ferahladim. gidelim o kaktus'e. hem kedi sevelim hem kendimizi:))
tulay

Adsız dedi ki...

her gün yazsan..sadece bir paragraf ta olur...o otobüse ben de bindim sanki..
sevgiler,

liz

GULTEINEN ENKELINI dedi ki...

O cirtlak kadinin sesi benim de kulak zarimi titretti..
oyle guzel anlatmissin ki...

Bu arada ciger muhabbetine fena takildim...
Izmire gittigimde babama soyliyim de beni cigercisine gotursun soole bol soganli,cigerli, kimyonlu durum yaptirip yiyeyim ham ham ham...

Vladimir dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Matanay dedi ki...

öncelikle Kedilerin kol gezdiği yanında yörende yamacında uyuduğu bu kaktüs cihangir şubesini benim de ziyaret etmem gerekiyo en acilinden, çünkü hem bi kedi manyağıyım hem de sen istemeden sana su veriyolarmış ne güsel bi uygulam, e biliyosun gülçin günde 3 litre su içen bi şahsiyetim ben suya hayır der miyim demem :))
sonralıkla özellikle otobüs yolculuğunu öyle güsel anlatmışsın ki bi an senin yerinde kendimi buluverdim ne de olsa anadolu yakasına taşınmasam da hergün anadolu yakasına gider gibi bi yol, eziyet çekiyorum ben de :( ama otobüs yolcuğu yapan insanların kuracak çok cümlesi oluyo, canlıların her türü ile burun buruna geldikleri için her gün :)) eski bloğumda ne de güsel anılarım vardı artık yeni maceralarla burdayım neyse :))
çarşaf geçirmek hususuna da bi iki şey değinmek istiyorum, nefret ediyorum bu işten, özellikle yatağa nevresim geçirme işleminden çünkü tırnaklarım uzun olmamasına rağmen kırılcakmış gibi hissediyorum böyle ters dönceklermiş gibi... ve parmaklarımın ucu açıyo.. sevmiyorum işte hıh !!
vladimir sana taktik atarken cc'ye beni de koysun :))

Not : bugün işe gelirken unkapanının oralarda yolun ortasında bi kedi gördüm çoktan ruhunu teslim etmişti :(( çok üzüldüm hiii diye bağırmışım etrafımdaki kimseye önemsemeden.. ve düşündüm bi insan evladı da alıp kenara koymayı düşünmez mi bu cansız bedeni. bu kadar mı insanlıktan çıktık ? otobüste olmasaydım ben çekerdim ama inmem imkansızdı :( aklım onda bi şekilde işe geldim :((

ay bu arada çok afedersin Gülçin yaa yuhh banaa blog yazar gibi yorum yazmışım nasıl dolmuşum :) ve nasıl özlemişim demek birbirimizin yazılarına yorum yazmayı anla :))

Vladimir dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
ABİ dedi ki...

Vladimir'e soru;
Akşam belediye otobüsüne iş çıkışı binerken viski, harika bi fikir..
de..
sabah neyle ya da nasıl gidiyorsun? merak ettim..:)

Vladimir dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
EKMEKÇİKIZ dedi ki...

Doğrusu meraklanmıştım; Gülçin şu oynak havalarda şifayı kapıp yatağa mı düştü yoksa, diye kendimce mazeret bile geliştirmiştim.
Neyse, herşey yolunda ve hatta şahane imiş. Bu yol maceraları bitmiyor, tükenmiyor. Cırlak hanım da bir çeşni olmuş.
:))

mahallenin delisi dedi ki...

yok yok o yorganlar kesin mutasyona uğradılar, evrimleştiler falan bi'şeyler oldu. ben de mümkün değil tek başıma beceremiyorum usulunce o nevresim geçirme işini... annem ve anneannem tek hamlede nasıl hallediyolar o da meslek sırrı kapsamında, bana aktarılmıyor maalesef. bence isviçreli bilim adamalrı bunu da araştırsın =)

Ori dedi ki...

Aşkolsun Gülçin!
Geçen yazında söylediğin gibi sana bakıp saatlerimi ayarlıyordum, ben. Ama ne olduysa hafta sonu yazı yazmadın. Tabi sen yazmayınca ben hala hafta sonu hala sürüyor diye pazartesi işe falan da gitmedim:(
Neyse bir daha saatleri başka bir şekilde ayarlamalıyım.
Bu yazını okuyunca "Demek sokak kedisi, ciğercinin kedisi bir de Kaktüs kedisi varmış!" dedim:))
Nevresim konusu benim konum değil valla. Neden dersen, 4 yıl önce annem mi yoksa eşim mi hatırlamıyorum birisi takmış nevresimi, sağolsunlar hala düpdüzgün duruyor:))
Evet çok konustum ben, otobüs yolcuları bi tuhaf bu aksam laptopumu kapatmam gerek. Hadi byy:))

deger dedi ki...

Sevgili Gülçin,

"Kedi" nin benim yaşamımda o denli yeri var ki, deminki yorumuma ilave etmeyip, ayrı yazmak istedim.

Tabii biraz da inanmaya bağlı ama, Kedi, çok uğurlu bir varlıktır. Evde bir kedinin mevcudiyeti o evde yaşayanları bir takım kötülük ve nazarlardan koruduğu çok eski, yıllardan beri bilinir. O barın çok iyi iş yapması da oradaki kedilerden kaynaklanıyordur büyük ihtimalle. Ben de gitmeyi çok istiyorum. Son kedimiz Samur'un 15 yaşında vefatından sonra, artık eve hayvan almamaya karar verdik, ama, hala sevimli bir kedi yavrusu görünce, kendime karşı amansız bir mücadele veriyorum. Kedici tarafım, "şunu al eve götür, eşin de sen de oğlun da gelinin de torunun da sevinsin" derken, mantıklı tarafım, "bir kedi normal şartlarda ve iyi bakılırsa, 14 - 15yıl yaşar. Senin ve eşinin o kadar ömrü kalmış mıdır?, sonra eve ve size alışmış o hayvancık ne olur kimin eline bakar, sokaklarda sefil olur, sakın ha öyle bir hataya düşme" diyor. Şimdiye kadar mantık tarafım galip geldi. Umarım daha sonra da kendime hakim olabilirim. Ama o bara kedi sevmeye mutlaka gitmek istiyorum.
Sevgiler, Degree.

Öykücü dedi ki...

Gülçin:)

Giderek daha merak uyandıran yazılar yazıyorsun.Ciğer partisi mesela:)

uykucuseker@gmail.com ;)

Kedileri çok sveerim ama korkarım da kedilerden.

Lütfen uzun aralar verme.Çok alıştırdın bizi.

Sevgiler..

ulku dedi ki...

Güzelim, yazın çok güzel, sıradan olayları o kadar akıcı anlatıyorsun ki, gerçekten insan senin yanına geliveriyor...da benim sana iki sorum olacak. merak ettim, karşındaki güzel adam kim? çantana sarılan sarı kedi neden beyazmış gibi çıkmış? hadi bakalım soruların cevabını bekliyoruuuuum!
Sevgiler.

gülçin dedi ki...

sevgili tülayım, kıvırcık kuzum,
merak etme, herşey yolunda :)tamam, gelince gidelim valla.

sevgili liz,
evet di mi, sallamasam da böyle, hergün yazsam ne güzel olur. sağolasın.

sevgili gulteinen,
bizim arkadaş da öyle güzel yapıyor ki.. bir de yediğin ortam da keyifli olduğu zaman, tadına doyulmuyor vallahi.

sevgili vladimir, nerdeyse inanacağım yani viski yuvarlayıp otobüslere bindiğine ve dünya üstündeki sinefil tek temizlikçiyi bulduğuna. alemsin valla.

sevgili matişim,
çok keyifli olmuş valla, sen yaz gene :) evet cihangir kaktüs'e gitmelisin, hem de fotograf makinanla. yoksa benim gibi cep telefonu kamerasının insafına kalıyorsun.

sevgili abi,
sabah bence uykudan sarhoş gibi olduğundan pek farketmiyordur :)

sevgili ekmekçikız,
bitmesin bu yol hikayeleri di mi :))

sevgili mahallenin delisi,
ben ilave bir yöntem öğrenirsem sana da söylerim merak etme :)

sevgili ori,
saat ayarını bana bakıp yapıyorsan haftaiçi öğlen saatlerini beklemen lazım :))

sevgili degree,
orası hakikaten onların cenneti gibi bir yer olmuş :) ben de kedilerin hep bir kerametleri olduğuna inanıyorum nedense.

sevgili öykücü,
candan merakın ve ilgin için teşekkürler :) elimden geldiğince sık yazmaya çalışacağım.

sevgili ülkü, canım teyzem,
kedi sarılı beyazlıydı, cep telefonun flaşlı haliyle tepesinden çekince öyle çıkmış, fazla artistik bir çekim yapamadım asıl kameram yanımda olmadığından dolayı, ah ah kaçırılacak poz değildi.

sevgiler.

Vladimir dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Adsız dedi ki...

youtube yi bayıltmışlar cnm ne yazııki yazını okurken müziğini dinleyemedim :(

Adsız dedi ki...

slm

ABİ dedi ki...

n'oldu yaa?