.

.

7 Ekim 2007 Pazar

kırkıncı gönderi

bi baktım bu gönderim kırkıncı olacakmış. nedense bazı rakamların kutlanabilirliği vardır, 5-10-15-20-25-40-50 gibi. bu da onlardan biri. kutlu olsun. ayrıca 6 ekim istanbul'un kurtuluşuymuş, bugün sokaklardaki pankartlardan gördüm, atlamışım, özür diliyorum, o da kutlu olsun.

bu kutlama mesajlarından sonra, ne yazacağımı unuttum :)) yok şaka, haftasonumu yazacaktım. eminim bir sürü arkadaşım yaratıcılık kursunda neler olup bittiğini ve ilk ders sonrası ne yarattığımı çılgınca merak ediyordur :) anlatacağım şimdi. cumartesi sabahı kalkıp derse gittim. müze erken bir saat olmasına rağmen kalabalıktı. önce akgün ve derse katılacaklarla beraber bahçede oturduk, herkes kısaca kendini tanıttı. sonra salona geçtik. akgün seminerin amacından ve metodolojisinden bahsetti. bu seminer sonunda bir şeylere farklı gözle bakabilme yeteneği üzerinde çalışacağımızı, bunun için bir yolculuğa çıkacağımızı ve bu yolculukta bizden önce yolculuk etmişlerin de derslerinden faydalanacağımızı söyledi. sonra bir fotograf, iki obje ve bir filmin başını izleyip, bunların neler olabileceğini hep birlikte keşfetmeye çalıştık. keşif sürecinde herkes kendinde oluşan çağrışımı sesli bir şekilde grupla paylaşıyor ve fikir geliştiriliyor ya da başka bir fikir öne sürülüyor, akgün de bizi sorularıyla motive ve provoke ediyor:) neler üzerine konuştuğumuzdan bahsetmeyeceğim şimdilik, çünkü belki ileride katılmayı düşünen olursa, kopyacılık yapmasın :) işte böyle, zevkli bir paylaşım oldu, devam edecek.

dersten sonra sınıftan dört kişi ve akgün'le beraber gene bahçede oturduk. saat 15'de bu seminerin ikinci kurunu alanların dersi olacakmış, yani ikinci üç aylık grup. bu arada müzede 13.30'da olan kukla gösterisinin hazırlıkları yapılıyordu ve bahçeye kocamaan bir doğumgünü masası kurulmuştu, müzede çocuklara doğumgünü partisi organizasyonu da yapılabiliyormuş. bunun çocukları cümbür cemaat mcdonalds'a götürmekten daha anlamlı olduğundan konuştuk. sonra ekipteki katılımcılardan Güneş'in yüzücü ve dalgıç olduğunu, İzmit'te bu konuda dersler verdiğini öğrendik. Güneş ayrıca o zamana kadar duymadığım bir sporla da uğraştığını anlattı: su altı ragbisi. derinliği 3,5 ila 5 metre arasında değişen bir havuzda, içinde tuzlu su olan bir topla biri kaleci olan 6 kişilik gruplarla, nefes tekniğine dayanarak oynanan bu sporun ligi bile varmış Türkiye'de! hem bayan-hem erkek hem de. lig olduğuna göre en az iki takım var yani dedim ben, o da daha fazla takım olduğunu hatta Trabzon'un bile bir takımı olduğunu söyleyince ağzım açık kaldı. Dahası var, Türkiye su altı ragbi takımı geçende Avrupa'da yapılan bir şampiyonada dereceye girmişler, hiç haberimiz yok. bu sporla ya da su altında yapılan başka sporlarla ilgilenen arkadaşlar olursa, Türkiye Sualtı Sporları Federasyonu burada, İzmit'teki Barrakuda Su Sporları Kulübü burada.

Sonra kalktık, iki arkadaşı yolda bırakmak üzere arabama bindik. müze sokağı tek yönlü, Göztepe'deki daracık arnavut kaldırımı döşeli bir sokak. sağlı sollu her yere de park yapılmasın diye bücür demir babalar koymuşlar. geri geri giderken, bu babalardan birine çarptım. kurtarayım derken bir miktar kanırtma da oldu tabii. sağ arka kapımda bir göçük oluştu. bu oluşum esnasında yoldan geçen bir adamcağızın nedense dili tutuldu :) elini bağırmamak için ağzına koymuş, başını çok üzgün ve konuşamayacakmış gibi, bir felaket tablosuna bakarcasına arabaya bakarak iki yana sallıyor, nolduuu diye bağırıyorum ben arabanın içinden, adam da ses yok, sadece başını sallıyor. indim baktım olan olmuş, kapı da açılıp kapanabiliyor, canım sağolsun diyerek çıktım gittim. bu tavırdan da anlayacağınız üzere ilk vukuatım değil :) bu arada, ilk yaratıcılık dersi sonrası yarattığım şeyin faturasını tamirciden öğrenince yazarım :))

şu andaki arabam ikinci. ilkini sattığımda arkadaşlarım "boyanmadık bir tavanı kaldıydı, değil mi" demişlerdi. bu arabamla ise bu babaya kadar maşallah bir vukuatım olmamıştı. hmmm, yarışmadan dönerken biri arkadan çarpmıştı, hata ondaydı, o sayılmaz :) ilk vukuatım otomatik vitesli sıfır kilometre vw polo arabamı ilk kullanmaya başladığım gün başıma geldi. ehliyet çalışmalarını tabii ki doğan görünümlü şahin arabalarla yapan bir kuşaktan olduğum için, otomatik arabayı zaptetmekte bir miktar sorun yaşadım önce. sonra da yollar boyu gidip gidip en sonunda terler dökerek vardığım annemin evinin garajına girerken dar dönemeci alamayıp dönüş duvarına bindirdim. gözümden gözlüğüm uçtu. bir film sahnesi yaşıyorum sandım, duvara çarpık bir araba, ben içindeyim. attım kendimi dışarı, yaşıyorum ! ama arabanın ön tarafından alttan pembe bir sıvı akmakta. bu ne ya diye düşünürken, gürültüye çıkan alt kat komşumuz handan teyze "aaaaaaa ne o, kan mı" diye dördüncü kat penceresinde fenalıklar geçirirken, ben "hakkaten ha, o kan olamaz değil mi" diye düşünmekteydim. tarih: 1 ocak 1999. doğrudan çekici çağırdık gidip servise bırakıp arabayı, ağır roman filmine gittik. ben filmde durup durup ağladım. sinirden. sonra arabayı 3 yıl kullanmadım, araba garibim evin bahçesinde durdu. komşular arada hiç değilse öne arkaya çıkarmamı, böylece altındaki çimenlerin güneş görüp kurumayacağını söylediler. aldırmadım. işim yakındı ve ben taksiyle gidip geliyordum. şimdi düşününce çok komik geliyor ama valla öyle oldu. "sana bir araba lazım" derlerdi, ben de "var zaten" derdim. fakat bu demelere dayanamayan bir arkadaşım, Allah razı olsun, beni illa ki İstanbul trafiğine çıkarma yoluna baş koyarak bir gün kapıma dayandı. o gün çıkıp Acıbadem'den Anadoluhisarı tepelerindeki Güzelcehisar'a gittik, hep ben kullandım. kullandıkça hoşuma gitti. dönüşte, eve dönen sokağın kenarında bir araba beni sıkıştırınca kaldırıma biraz yanaşmışım, sürtme sonucu bammm diye (valla bu sesle) sol ön lastiğim patladı ve fıss diye saniyede araba sola oturdu. zavallı arkadaşım, "boşver olur böyle şeyler sen aslanlar gibi kullanıyosun du bakiym şurda lastikçi var di mi" diyerek lastikçiye gidip yanında tekeri döndüre döndüre gelen lastikçiyle geri döndü. bu ikinci ilk gün maceramdı. ertesi gün işe arabayla gittim ve ondan sonra kullanama diye bir sorunum olmadı. başka sorunlarım oldu ama. misal bir sabah, gözcübaba kavşağında yandan gelen içi hatun dolu beyaz bir toyota ile karşılaştım. ben durdum o geçsin diye, o durdu ben geçeyim diye. o durdu diye ben ilerledim, ben durdum diye o ilerledi. biz ağır çekimde gibi çarpıştık, var mı böyle bişey? indim arabadan, onlar da indiler, başı bağlı teyzeler filan, sürücü de ben yaşlarda bir hatun. "bişeyiniz var mı, iyi misiniz" diyorum, onlar dizlerine vura vura dövünüyorlar "uy ne oldi niye oldi" diye. ben bıraktım kazayı, "teyze nerelisiniz" diyorum. rizeliymişler. benim de trabzon'lu olduğumu duyunca dövünme cümlesi "uy ha bu da güzel bişe, neden oldi" olarak değişti. neyse, polis çağırdık ve teyzeleri gidecekleri yere gönderdik. sürücü hatunla gidip kahvaltı yaptık sonra. şimdi orada ışık var.

misal, kendimi iyi hissetmediğim bir gün erken çıktım işten, eve gidip yatacağım hiç halim yok. sahrayıcedit mezarlığı dönüşünde, önündeki minibüsü yan sokaktan çıkıp geçmek isteyen bir hatun sürücüyle arabalarımız öpüştü bu sefer. kadın indi nasıl bağırıyor, hiç takatim yok ses çıkarmıyorum. polis hemen geldi, emniyet'e çok yakın bir noktaydı, kadın polislere de yüksek sesle anlatmaya başladı, kapısı göçmüş de (yalan), burası dönüşmüş de, suç bendeymiş de, burada aslında levha olması lazımmış da, Ankara'ya gidecekmiş saçları ıslakmış beklerken inşallah üşütmezmiş de filan. polis durdu "Allah kocana sabır versin be kadın, dur da işimizi yapalım" dedi. şimdi o dönemeçte levhalar var.

misal, katıldığım Miras bilgi yarışmasından dönerken, Maslak yanyolda önümdeki durdu ben de durdum ama arkamdaki duramadı, arkadan vurdu bana. bu sefer bir hışım ben indim aşağıya, arka arabadaki sürücü elleri yukarıda "evet suç bende ne deseniz haklısınız, işyerinde kötü bir gün geçirdim, aklım patrondaydı" diyerek bana doğru gelince ben bişey diyemedim tabii.

bunlardan başka Allaha şükür kayıtlı vukuatım yok. istanbul şartlarına göre kendimi iyi bir sürücü sayıyorum, amma velakin dün bücür babaları göremedim ne yapayım.

7 yorum:

legrottaglie dedi ki...

en çok da "bunlardan başka Allaha şükür kayıtlı vukuatım yok." olayına güldüm. allah da seni güldürsün. daha ne olsun :)

gülçin dedi ki...

legro, yani kayıtlı olmayanlar bende saklı :) arabanın marşpiyel denen bir bölümünü, kaldırıma cangırt diye sürttürüp tamirciye gittiğimde öğrenmiştim. (marşpiyel kapıların altında, iki tekerlek arasına uzanan uzun ince kısımdır)
Allah kaza bela göstermesin Ya Rabbim!!

ABİ dedi ki...

izmir tarafına gelecek olursan, haber ver..:)

Sem dedi ki...

Heyyy Blog sahibi 40. gönderin kutlu olsun.

Dün Vapurla karşıya geçerken Haydarpaşa garının kocaman bir Türk bayrağı ve TCDD flaması ile bezendiğini görünce demiryollarının kuruluş yıldönümü olsa gerek diye düşünmüştüm. Sonra Karaköy ve Tünel'dede resmi binaların bayraklanmış olduğunu görünce dayanamayıp yanımdaki arkadaşa sormuştum nedenini. O da 29 Ekim geliyor, ondandır deyince pek inanamamış, sonra da bayrakları unutmuştum. Nedenini öğrenmem 40. gönderine kısmetmiş:)) Nice nice kırklara:))

hep dedi ki...

Evet,yazında vurgulandığı üzere,memlekette tabela ve trafik ışığı eksiği çok kardeşim.Nitekim senin her vukuatın ardından tabelalandırma ve ışıklandırma hataları farkedilerek,gelişme kaydedilmiş.Tamam sen hasar bedeli ödemiş olabilirsin ama insanlık kazanmış:)
geçmiş olsun.

Adsız dedi ki...

Gulcin merhaba :) Muzenin adi ne? Dersinizin konusu neydi? bunlari merak ettim...Ve Goztepe nin neresinde? tesekkurler ;)

gülçin dedi ki...

sevgili abi,
bi anlattım diye beni anında satıvermişsiniz bakıyorum da! geliyorum geliyorum yakında izmir'deyim. özellikle karşıyaka'da dolaşacağım hehehe.

sevgili sem,
teşekkür ederim efendim, ne demek. yaşadığımız şehir kurtulmuş haberimiz yok.

sevgili hep,
önemli bir konuya parmak basmışsın, teşekkürler. öyle değil mi ama, hem kimseye zarar vermemişim, zararım kendime, kime ne kime ne (bir dakika ya, bu ajda'nın şarkısı değil miydi)

sevgili banu,
yazıdaki altı çizili yerleri tıklarsan ilgili sayfalar açılacak. daha önceki yazılarımda da bu detaylar olduğu için yaza gereği duymamıştım. eğer gene ilave bilgiye ihtiyacın olursa, haber ver.

sevgiler.